Neoliberalizmin Palyatifliği - Koray Saatçı
Neoliberalizmin Palyatifliği – Koray Saatçı
Acı, insana hem fiziksel hem de psikolojik-ruhsal anlamda zarar veren
olumsuz bir duyudur. Günümüzün dünyasında bu olumsuz duyunun en küçük hücresine kadar girmediği insan yok
gibidir; çünkü insan soyu bugün kapitalizmin bela ettiği yoksullukların, buhranların,
savaşların, ahlaksal yozlaşmaların bataklığına saplanmış bulunmaktadır. Byung-Chul Han da, Palyatif Toplum adlı kitabında genel bir olgu
olarak acıyı ele almış ve acının neoliberalizmdeki durumuna değinerek yaşadığımız
sistem hakkında kimi çözümlemeler yapmış. Ben de bu yazımda Chul Han'ın hem önemli bulduğum hem de hatalı bulduğum bazı saptamalarına değinmek
istiyorum.
-I-
Chul Han'ın ifadesiyle ''palyatif siyaset'', acıyı yasaklayıp görmezden gelerek sistemin
bozukluklarının üzerini örtmek için kısa süreli etkisi olan ağrı kesicilere başvurmaktadır. Bu ağrı kesiciler tıptan
sosyal medyaya kadar bir çok öge olarak düşünülebilir. Neoliberalizm, acıya karşı bir ''dayanıklılık
ideolojisi'' pompalamaktadır ve bununla travmatik deneyimleri
performans artışı için katalizör haline getirmektedir. Benim anladığıma göre aslında bu ''dayanıklılık'',
duyarsızlık olarak da okunabilir. Çünkü bu, insanları acıya karşı duyarsız kılmaya ve onları Chul Han'ın deyimiyle ''daima mutlu bir performans öznesi'' olarak biçimlendirmeye çalışmaktadır. Neoliberalizmin acıya
karşı bu inkârcılığı boşuna değildir. Çünkü neoliberalizmde acı, bir zayıflık belirtisi olarak
algılanmaktadır ve bu nedenle de gizlenmesi ya da giderilmesi gereken bir
şeydir. Bu nedenle günümüzde sömürü düzeninden en çok acı çeken emekçilerin kendilerini ifade edebilme ve seslerini duyurma olanakları tıkanmıştır.
Performansın ve aşırı rekabetin egemen olduğu bu hızlı atmosferde acı çekmek pasiflik ve arkada kalmak
olarak görülmektedir; ki zaten bu kapitalizmin ve liberal ideolojinin
başlangıcından beri var olan ilk temel felsefesidir.
Chul Han, kendi kavramı olan ''palyatif toplum''u aynı zamanda bir ''beğendim toplumu'' olarak da okumaktadır. Chul Han'a göre sosyal medyadaki beğeni butonu, günümüzün ağrı kesicilerinden birisidir. Ona göre hayat instagramlaştırılmıştır. Sosyal medyanın hayatı kaplamasıyla acılar sanal dünya ile giderilmeye çalışılmaktadır. Beğeni kültürü, sadece sosyal medya ile sınırlı değildir. Sanaldan gerçeğe kadar yaşamın her alanında kendisini hissettirmektedir. Bu beğenilirlik kültürü ile birlikte Chul Han'a göre kültür ekonomikleştirilmiş, yani metalaştırılmıştır; kültür metalaştırılırken ekonomi de kültürleştirilirmiştir. Bu nedenle kültür ile ticaret ve sanat ile reklam arasındaki ayrım ortadan kalkmıştır. Günümüzün toplumunda sanatçılar bir marka olmaya çalışmakta, yani piyasaya uygun ve beğenilir olmaya çalışmaktadırlar. Piyasanın kontrolündeki bu beğeni kültürü, toplumdaki bireylerin tüm acılı durumlarını görünmez kılmaya çalışmaktadır.
Neoliberalizm eğer acıyı yasaklıyorsa, o halde her tür acısı yadsınan bir hayat, nesneleşmiş bir hayattır. Dolayısıyla bu hayat, Chul Han'ın deyişiyle ''aynının cehenneminin hapsi''dir.[1] Chul Han'dan anladığım kadarıyla nesneleşme aynılaşma ve farksızlaşma demektir. Çünkü acı sınırları belirlemekte ve farkları vurgulamakta önemli bir etkendir. Acı olmaksızın gerek beden gerekse dünya bir farksızlığa düşer. Acının yasaklar listesine alındığı ve görünmez kılınmaya çalışıldığı neoliberal dünyada da her bir bireyin hayatı tek tipleşme kümesinde erimektedir.
Chul Han, Foucault'nun ''disiplin toplumu'' kuramından yola çıkarak acıya karşı duyarlılığın ''endüstri-sonrası'' olarak gördüğü neoliberalizme kadarki dönüşümünü ele almaktadır. Şiddet görmüş bedenler, sanayi üretimine yönelik disiplin toplumuna uygun değildi. Disiplin toplumu, üretim aracı olarak öğrenmeye yatkın bedenler imal ederdi. Acı, disiplin tekniklerine dahil edilirdi ancak artık kamusal alanlarda sergilenmezdi; hapishaneler, kışlalar, hastahaneler, fabrikalar, okullar vb. gibi kapalı disiplin mekânlarına kaydırılmıştı. Neoliberal evrede beden bir üretim aracı olarak görülmemeye başlamıştı. Neoliberalizm, bedene kendinin zevkini çıkarma talimatını vermişti. İşte bu kendinin zevkini çıkarmak isteyen hazcı bedenin acı karşısındaki tavrı, önceki çağların disipline edilmiş bedenin aksine, reddetme biçimindeydi.
Chul Han, günümüzde her yerde önümüze çıkan motivasyon pratikleri üzerine de değinmektedir. Kendini
motive etme uğraşları neoliberal mutluluk dispozitifini oldukça verimli kılmaktadır, çünkü Chul Han'a göre bu uğraşlar sayesinde iktidarın fazladan bir çaba göstermesine artık gerek kalmamıştır.
Çünkü neoliberalizmin güttüğü bu ''performans öznesi'', ''kendi kendisini sömürmekte''dir. Bu tanımlamaya göre bağımlı olan kişi, bağımlılığının farkında bile değildir;
kendisini özgür zannetmektedir; hiçbir dış baskı olmaksızın kendisini gerçekleştirmekte olduğu inancıyla
kendi kendisini sömürmektedir. Bu yoldan Chul Han özgürlüğün baskılanmadığını, sömürüldüğünü dile getirmektedir. Bununla birlikte, iktidar eskisine göre köleleriyle fazla ilgilenmezken
bunla paralel olarak köleler de iktidarla fazla ilgilenmemektedir. Bu durum,
insanların toplumu eleştirel bir gözle incelemek yerine sadece kendi ruhsal durumuyla baş başa kalmasına neden olmaktadır. Ruhun kişiselleştirilmesi, toplumsal
bozuklukların üstünü örten bir diğer etkendir. Chul Han, böylelikle devrimin sonunun pozitif
psikoloji aracılığıyla ilan edildiğini belirtmektedir. Artık emekçiler, eski dönemlerin devrimcilerinin değil,
motivasyon antrenörlerinin çeperlerinde toplanmaya başlamıştır.
Neoliberalizmin tüm bu kültürel-ideolojik
bombardımanı, insanları bireycileştirerek toplumun dayanışmacı yönlerini kaybetmesine neden olmaktadır. Neoliberalizmde mutluluk kişiye özel bir şey olarak görülüyorsa, acı da kişinin kendi başarısızlığının bir sonucu
olarak yorumlanmaktadır. Oysaki acının baskılandığı bir yerde mutluluktan söz edilemez. Acının sesinin duyulmadığı, acılı insanların kendi seslerini
duyuramadığı ve bununla birlikte insanların topluca siyasallaşamadığı bir
toplumda depresyon tüm zihinleri ele geçirir. Bu nedenle Chul Han'a göre nasıl ki
devrimcilerin yerini motivasyon antrenörleri almışsa
devrimin yerini de depresyon almıştır. Eskinin devrimcileri, emekçilere özgür ve mutlu bir
gelecek için devrimin çağrısını
yaparken, gerçek yaşamda hiçbir karşılığı
olmayan pozitif süslü sözcükleri ağızlarında tekrarlamaktan başka bir şey yapmayan
bugünün motivasyon
antrenörleri, emekçileri daha da
depresif bir hâle sokmaktadır.
Chul Han, günümüzde hayatta kalmanın mutlaklaştırılmakta olduğunu ve buna paralel olarak da ölüm korkusunun o derece arttığını öne sürmektedir. Hayatta kalma histerisi insanlar için hayatı geçici bir biçime sokmakta ve hayatın çok hızlı kaymasına neden olmaktadır. Bunun sonucu da, hayatın artık anlamlandırılabilir ve anlatılabilir olmaktan çıkıp ölçülebilir ve sayılabilir niceliksel bir veri biçimine sokulmasıdır; ki hayatların nicelikselleştirilmesi kapitalist mantığın başlangıcından beri var olan bir şeyidir. Hayatın nicelik kalıbına sokulmasıyla birlikte ölmek insanlara çok zor gelmektedir, çünkü hayatı anlamlı bir biçimde sona erdirmek artık çok zordur. Chul Han'ın da ifade ettiği gibi insanlar artık yaşlı olmadan yaşlanmaktadırlar. İnsanlar kendilerini uçurumun kenarında gibi hissetmektedir. Chul Han neoliberalizmdeki ölüme bakış ile eski insanların ölüme bakışını da karşılaştırmaktadır. Eski insanların ataların anılması gibi kültürel-sembolik pratiklerin ölümlülere ve hatta ölülere canlılık kazandırdığını öne sürmektedir. Şimdi ise hayatı sadece hayatta kalmaktan daha fazlası kılan tüm semboller, anlatılar, ritüeller vb. şeyler soluklaşmıştır. Chul Han, tüm yaşam üzerine olan bu görüşlerini acı ile bağlantılandırmaktadır. Chul Han'a göre acı olmaksızın insanlar ne sevmişler ne de yaşamışlardır.
Neoliberalizmin acıyı
gölgelediği bir dünyada hayat,
hayatta kalmaya feda edilmektedir; ''hayatta kalmalıyım'' derken hayat tükenmektedir. Chul Han'a göre sadece gerçek bir birliktelik ve ilişki acıya karşı göğüs gerebilir; çünkü canlı ve gerçek bir birlikteliği ölü olandan ayırt eden acıdır.
-II-
Buraya kadar ele aldıklarım
Chul Han'ın önemli olarak bulduğum kimi önermeleriydi; ancak önemli saptamalarına
rağmen Chul Han'ın hatalı çözümlemelerinin olduğunu da belirtmeliyim. O da, ''performans özneleri'' dediği günümüzün emekçilerinin kendilerini sömürdükleri, kendi kendilerinin efendisi olduklarına yönelik tezleridir. Chul Han kitap boyunca bu tezleri dile getirmiş. Bir
başka kitabı olan ''Ötekini Kovmak''ta bu tezini en açık biçimde şöyle anlatmaktadır:
''Bugün post-Marxist bir zamanda yaşıyoruz. Neoliberal rejimde sömürü artık yabancılaşma ve kendi gerçekleşmesinin/edimselleşmesinin yitimi olarak değil, aksine özgürlük, kendini gerçekleştirme ve kendini optimize etme olarak vuku bulur. Burada beni çalışmaya zorlayan, beni kendime yabancılaştıran, sömürücü olarak bir öteki yoktur. Aksine, kendimi gerçekleştirdiğim inancıyla gönüllü olarak kendimi sömürürüm.''[2]
Açıkçası Chul Han'ın bu görüşünün diğer görüşleriyle ele alındığında fazlasıyla çelişik ve bir o kadar da talihsiz bir sonuç olduğunu düşünüyorum. ''Kendi kendini sömüren özne'' kavramı, sömürülen ile sömüren arasındaki ayrımı silikleştirmekte ve tıpkı Foucault'nun topluma egemen olanların iktidarının gücünü gereğinden fazla büyük göstermesi gibi, günümüzün egemen sınıflarının gücünü fazlasıyla büyük göstermektedir. Chul Han, neoliberal evredeki burjuva hegemonyasının emekçi sınıfları pasifize ve atomize etme gücü konusunda önemli veriler sunmakta, ama bunu mutlaklaştırarak hatalı bir sonuca ulaşmaktadır. Yapmış olduğu hata hem kapitalist sistemi yenilmez derecede büyük göstermek hem de sömüren-sömürülen ayrımını silikleştirmektir. Kapitalist sistemin gücünü yenilmezlik derecesinde abartmak ve sömüren-sömürülen ayrımını silikleştirmek tarihin ve sınıflar mücadelesinin sonunun kabullenilmesine ve sınıf görüngesinden uzaklaşılmasına neden olmaktadır.
Kapitalizmin neoliberal evresinde sermayenin kültürel-ideolojik ablukasının daha önceki evrelere kıyasla gelişkin olduğu doğrudur. Neoliberal evrede üretim süreci ve çalışan sınıfların mekânları parçalanmıştır. Zaman da emekçiler açısından kısıtlanmıştır. Emekçilerin belirli zaman aralıklarındaki vakit geçirme mekânları AVM gibi tüketim alanları olmuştur. Her bir evde olan televizyon ve her bir cepte olan akıllı telefonlar ile bu abluka, tüm emekçileri etkisi altına almaktadır. Kapitalistler, tüketemeyecek kadar yoksullaştırdıkları emekçileri borçlandırarak tükettirme yolunu buldular. Sahte arzu ve tatmin nesneleri yarattılar. Fazla tüketim malı aşırılığı ve israf yoluyla burjuva tüketicilik kültürünü topluma yaydılar. Neoliberalizm istikrarlı bir istihdam ve çalışma düzenini de ortadan kaldırmıştı. Güvencesiz çalışma, çağrı üzerine çalışma, geçici işler, sendikasız sözleşme gibi istikrarsızlık ögeleri neoliberal sömürü rejiminin temel olgularıdır. Tüm bu olgular, işçi sınıfının toplumsal ve siyasal kültürünü erozyona uğratmıştır; ama geçici olarak.
Neoliberalizmin işçi sınıfına karşı nefes almasına fırsat vermeyecek türden tüm bu ağır saldırılarına rağmen burada Chul Han'ın iddia ettiği gibi artık iktidar köleleriyle ilgilenmiyor gibi bir durum yoktur. İktidar, köleleriyle çok açık biçimde ilgilenmektedir. Bununla birlikte köleler de iktidarla ilgilenmektedir. 21. yüzyıl, tarih sahnesine kapitalizmin fetret süreciyle, burjuva devletlerin siyasal baskıların dozunu aşırı arttırması ve artan militarizasyonla ve de halk ayaklanmalarıyla girmiştir. 21. yüzyılın ilk çeyreği, neoliberal ablukanın gevşeyerek ve çatlayarak sömüren ile sömürülenler arasındaki o zıtlığın kendisini sergilediği zaman aralığıdır. Artık iktidar köleleriyle ilgilenmiyorsa egemen sınıflar neden zor aygıtlarını yeni teknolojik atılımlarla, gözetleme ve takip sistemleriyle, ''güvenlikçi'' zihniyetle devreye sokmaktadır? Ya da artık köleler iktidarla ilgilenmiyorsa dünyadaki halk ayaklanmalarının anlamı nedir?
Bu eleştirilerden
sonra, küçük bir eleştiri daha not etmek
istiyorum. Chul Han'ın ''palyatif toplum'', ''beğendim toplumu'' ya da diğer
kitaplarında ifade ettiği ''şeffaflık toplumu'', ''yorgunluk toplumu'' vb. gibi
tekil kavramlarla toplum tanımlamaları yapması, daha bütünsel bir kavram olarak kapitalist toplumu gölgede bırakmaktadır. Toplumların üretim
ilişkilerine göre tanımlanması daha bütüncül ve geniş bir görünge barındırdığı için daha doğrudur. Tekil kavramlar, toplumları sadece teknik bir sisteme
indirger ve üretim ilişkilerine, artık-değere ve sömürüye dayanan sınıfsal
dinamikler arka plana itilir; tıpkı kapitalistlerin ''bilgi toplumu'' kavramını
öne sürerek sömürüyü görünmez kılmaya çalışması gibi. Kapitalizm, gelişen teknolojinin de yardımıyla ''serbest
ticaret''ten neoliberalizme kadar bir çok evre geçirmiştir ancak o zamandan bugüne toplum,
kapitalist toplum olarak kalmıştır. Dolayısıyla Chul Han'ın yaptığı gibi tekil
kavramlar üzerinden toplum adlandırması yapmak bir o kadar hatalıdır.
Sonuç olarak, Chul Han'ın günümüzün düzeni üzerine olan bu saptamalarının sermayenin ideolojik-kültürel ablukası üzerine bir fikir
edinmek açısından önemli olduğunu,
ama Chul Han'ın sınıfsız bir neoliberalizm eleştirisi yaparak eksik ve hatalı
bir yaklaşım sergilediğini söyleyebiliriz...
DİPNOTLAR
[1] Byung Chul-Han, Palyatif Toplum, Çeviren:Haluk Barışcan, 7. Basım, Metis Yayınları, s.17, Ocak 2025
[2] Byung-Chul Han, Ötekini Kovmak, Çeviren: Mustafa Özdemir, 4. Baskı
Ketebe Yayınları, s.47, Kasım 2024
Yazar: Koray Saatçı
Koray Saatçı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji bölümü lisans öğrencisidir.
İletişim Adresi: koraysaatci1999@gmail.com
Yorumlar
Yorum Gönder