Anlatıya Fırlatılmışlık - Efe Can Akdeniz



 


Anlatıya Fırlatılmışlık - Efe Can Akdeniz


İnsan, anlatıyla var olur. İnsanın olduğu her yerde anlatı (narrative) meydana gelir, anlatının olduğu her yerde ise biz oluşur. Anlatı; simge, inanç, ideoloji, renk, dil ve bütün bunların toplamı olan biz’i temsil eder. Biz’in temsil ettiği şey aynı zamanda yaşamın kendisini ve ereğini oluşturur. Peki insan neden anlatıda var olur? Ya da neden biz’i oluşturmak için bir anlatı gerekir? Anlatıdan nasıl arınılır?


Anlatı Nedir? 

İnsan hikayeler anlatan bir hayvandır (Chul Han, 2025: 55). Ben bu yazıda hikaye yerine “anlatı”yı kullanacağım. Dolayısıyla; “İnsan, anlatıyla var olan bir hayvandır” diyeceğim. Anlatı, yaşamın amacını doğuştan belirleyen en temel unsurlardan biridir. Çünkü yaşanacaklardan habersiz olan insan, Heidegger’in deyişiyle kendini “dünyaya fırlatılmış” bir halde bulur. Buna göre insan var oluşun şartlarına dair bir tercih lüksünde değildir; aksine, kendini var oluşun içinde bulur. Burada bir Heidegger okuması yapmayacağım, ancak onun “dünyaya fırlatılmışlık” düşüncesinden hareket edeceğimizi belirtmem gerekir: “Anlatıya fırlatılmışlık!”


Anlatı, insanı adeta bir kabukmuşçasına içine hapseder. “Kabuğunu kırmak” deyimi sanıyorum ki buradan gelir. İnsan neden kabuğunu kırar ki? Ya da kırmalı mıdır? Kabuk çeşitli mitlerden oluşur. Bu mitler insanı yaşam boyu kendine sadık kılar, ta ki insan bir başka kabuktan bakana dek. İnsanın başka bir kabuğun bakış açısına erişebilmesinin süresi kişiden kişiye değişir tabi ki; fakat, başka bakış açılarıyla hiç ilgilenmeyenler (veya korkanlar) de bulunur. Çünkü bir kabuğa sahip olmak, insanın temel, varsayılan halidir. İnsan doğal olarak buna güvenir ve sarılır, onu ölümü pahasına savunur; bu kadarı ciddi bir hastalık boyutunu alabilir. Ancak insanın doğal eğilimi bu yöndedir, kendinde bir suçu yoktur. Çünkü nesiller boyu o şekilde yaşamını sürdürmüştür. Aksini düşünmek bir hayli riskli ve utanç duyulası görünür.

Anlatılar, bir başka deyişle kabuklar veya mitler yıkılmalı mıdır? Elbette, çünkü insan, üçüncü bir noktada durabilmesini öğrenmelidir. Belki de en zor kazanılan fakat bir o kadar da kalıcı olan yetilerden biri budur. Üçüncü bir nokta şu anlama gelir: Kendi kabuğun ve karşındaki kabuğu aynı anda karşına alabilmek. Bu en başta insana, içine fırlatıldığı var oluşa boyun eğmeme yetisini kazandırır. Üçüncü bir bakış, insanın aklını kullanma yetisi gösterdiğinin bir belirtisidir. Artık insan, var olan halini aşmış ve geniş bir perspektif kazanmıştır. Üçüncü bir noktanın gerekliliği, insanın kendisine ait olduğunu düşündüğü temel inançlarının, ideolojisinin ve yaşamının kendi tercihine bırakılmıyor oluşundan kaynaklanır. İnsan, eğer insan olmak istiyorsa, kendisini aşma gayretini göstermelidir. Bu gayreti göstermeyen insana kendisi hakkında hiçbir seçim hakkı tanınmaz ve hiçbir soru sorulmaz. Çünkü biz ve iktidar sorularla kazanılmaz. Bütün bir mesele biz’i oluşturup iktidarı kazanmak ve onu muhafaza etmektir. Bir iktidar ve biz ancak belirli anlatılarla muhafaza edilir. Anlatılar insanın kabuğunu oluşturur; yıkıldıkları anda biz yıkılır, biz yıkıldığı zaman iktidarın meşruiyeti ortadan kalkar.

***
Byung Chul Han'a İtiraz 
Byun Chul Han Tefekkür Yaşamı adlı eserinde şu cümleleri kuruyor:

 

 Chul Han’ın ilk cümlesine katıldığımı söylemek isterim. İnsan, “politik” bir hayvan olmasının yanı sıra “hikayeler” anlatan bir hayvandır. Öte yandan, zaten politik ve hikaye sözcüklerinin birbirinden bağımsız ele alınması mümkün değildir. İkisi de birbirini bütünler. Hikayelerin anlatıldığı yerin kökünden politika çıkar. Politikaya ihtiyaç duyulduğu durumda hikayeler anlatılır. Devletin “tek” olmasını sağlayan şey hikayelerdir. Hikayeler temelde iki şeye dayanır: Din ve milliyet.

Anlatıdan Arınmak

Anlatıdan arınmanın tam olarak net bir yolunun olduğundan emin değilim. Çünkü, insanın bazı yüklerinden arınması veya kabuğunu kırması, matematik formülleri gibi onu belirli bir izlence dahilinde kesin sonuçlara ulaştırmayı vadeden bir yol değildir. Etrafınıza baktığınızda çoğu insanın hala anlatılarla yaşadığını görürsünüz; normaldir, insanın doğal eğilimi bu yöndedir. Fakat insanı arınmaya iten, ona bu girişimi kazandıran hiçbir şey yok mudur? Sanıyorum ki vardır. Bunlardan biri “felsefe” olabilir.

 

 Felsefenin düşünsel seyri neden mutlu etmez? Aslında Kurtul Gülenç’in bu ifadesi buraya kadar sürdürdüğümüz düşünce akışını özetler niteliktedir. İnsan, anlatıdan koptuğu anda mutsuz bir bireye dönüşür. İşte bu yüzden insan, anlatıyla var olur. Çünkü kendi konfor alanından çıkmak istemez.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Marksizmin Aporia'sı: "Devlet" - Cengiz Baysoy

Aydınlanma ve Kadın Aklı - Emre Kahvecioğlu

Kierkegaard Eserlerinde Varoluş İzleri - Sibel Güneş

Arda Denkel'in Felsefi Vizyonu - Stelios Virvidakis

Mantık Felsefenin Parçası mı, Aracı mı? - Hakan Yücefer

İstisna Hâli ve Marksist Devlet Kuramı - Koray Saatçı

İnsan Haklarının İki Yüzü/Yüzlülüğü: İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin İnsan Haklarının İhlalini Meşrulaştırma Aracı Olarak Kullanılması Üzerine - M. Yavuz İnan