Aydınlanma ve Kadın Aklı - Emre Kahvecioğlu
Aydınlanma ve Kadın Aklı - Emre Kahvecioğlu
Aydınlanma dönemini incelemeye
çalıştığımızda genel olarak birtakım kavramların öne çıktığını görürüz; hiç
şüphesiz ki bu kavramlar arasında en çok incelemeye tabi tutulanlar arasında
"akıl" yer alır. Aydınlanma ile birlikte akıl kavramının üzerine çalışan
filozoflar ön plana çıkmıştır ve bununla birlikte de epistemoloji alanına
duyulan ilgi de artmıştır. Öyle ki, bu dönemi "akıl çağı" olarak da
isimlendirmek mümkündür. Aklın merkeze
alındığı pek çok kitap, yazı ya da makalede aklın nasıl kullanılması ve eğitilmesi
gerektiği üzerine dönemin filozofları tarafından saptamalar yapılmıştır. Bu
yazıda "akıl" denildiği zaman kimlerin aklının kapsandığı üzerine bir
inceleme yapılmaya çalışılacaktır. Dönemin filozoflarının nazarında akıl sadece
belirli bir grup insanı mı kapsamaktadır yoksa bütün bir insan türünü
kapsayacak biçimde mi kurgulanmıştır sorusunu ve benzer soruları
cevaplayabilmek adına, ilk olarak Wollstonecraft'ın dönemin ayrıştırıcı
zihniyeti üzerine tahlillerini inceledikten sonra Aydınlanma'nın iki büyük ismi
olan Kant ve Rousseau'nun görüşlerinin Wollstonecraft'ın tahlilleri üzerinden
değerlendirerek, Aydınlanmadaki "aklın" kimlerin aklı üzerinden
kurgulandığına dair bir inceleme sunmuş olacağız.
Felsefe tarihi kitaplarının büyük
bir kısmında "ilk feminist" övgüsüne layık görülen Mary
Wollstonecraft, döneminin pek çok filozofuna karşıt bir biçimde kendi felsefi
tutumunu korumuştur. 1792 tarihli Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi[1]
isimli kitabı, feminist literatüre büyük bir katkı yapmakla beraber felsefi
anlamda da bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Wollstonecraft bu metninde,
kadınlarla erkekler arasında "kurulan/kurgulanan" ayrımın nedenlerini
ararken, bu ayrımlara felsefi bir çözüm getirmeyi hedeflemektedir. Bu hedefini
nihai bir çözüme kavuşturabilmek maksadıyla da kadınlarla erkeklerin farklı
olup olmadığı sorusuyla felsefi tahliline başlamaktadır. Bu tahlille birlikte
kadınla erkeğin gerçekten de pek çok bakımdan "farklı" olduğunu kabul
eder; örneğin güç konusunda erkeklerin kadınlardan "üstün" olduğunu
kabul eder. Fakat bunu kabul etmesi elbette erkeğin kadından üstün bir varlık
olduğu görüşünü de kabul ettiği anlamına gelmemektedir; bunun sebebi, kadının
güç bakımından erkekten "aşağı" olması (kendisi de bu terimleri
kullanmaktadır), tamamıyla toplumsal bir etkinin sonucudur çıkarımına ulaşır ve
bu çıkarımını da desteklemeye çalışır. Kadınların daha küçük yaşlardan itibaren
sürekli sınırlandırılmalı (örneğin, dışarda oynamalarına izin verilmemeleri) ve
fiziksel güçlerini hiçbir şekilde kullanmalarına gerek olmamaları, onları
güçsüz kılmıştır. Bu güçsüz kalma durumları ise onların erkeklere daha da
bağımlı bir hale getirmiştir. Bağlı kalmaları ile de zaten güç işlerini yapan
erkekler varken kendi güçlerini geliştirmeye ihtiyaçları kalmadığından
kendilerini bu açıdan geliştirmek için bir adım atmaya tenezzül dahi
etmemişlerdir.
Bu bağlamda baktığımızda, güç
yerine başka bir kavram getirdiğimizde de aynı sonuçları alıp almayacağımıza
dair soru, Wollstonecarft'ın da aklını kurcalamıştı; bu nedenle o, akıl ve
aklın kullanımı arasında da bir ayrım var mı diye düşünmeye çalışır. Günümüzde
aklı başında hiç kimsenin yadsıyamayacağı şekilde Wollstonecraft da kadın ve
erkek aklının arasında herhangi bir ayrımın olmadığını belirtir. Fakat bununla
birlikte neden filozofların pek çoğunun gözünde "kadın aklının" erkeğinkinden
aşağı gözüktüğü anlamaya çalışır; bunun için de aslında güç konusunda
bahsettiği durumdan farklı bir şeyden bahsetmez. Ataerkil bir toplumda nasıl ki erkekler güçleri konusunda
eğitilir, bu konuda çalıştırılır ve bu yanları ile övülürse ve de bütün bunlar
olurken "kadınsı" olanın güçsüz olması "gerektiği", gerek
toplum gerekse pek çok aydın nezdinde kabul edilirse; kadınların güç konusunda
eksik olması da şaşırtıcı bir bir durum olmaz. Aklın da bundan farklı bir yanı
yoktur aslında. Dönemi incelediğimizde, kız çocuklarının ve erkek çocuklarının
eğitimleri arasındaki farkla beraber kadınların "rasyonel" işlerde
rol almalarının istenmediği; bununla birlikte "rasyonel olanın" eril
olan olarak addedildiği açık bir biçimde görülmektedir.
Dönemin yargıları içerisinde
boğulmuş olan kadınlar, kendi potansiyellerinin farkına vardıkları an, bu
sıkıştırılmış hallerinden kurtulmaya çalışmışlardır. Bu kurtuluş çabasını da
elbette yazın dünyasında büyük etkilerle görürüz. Yukarda da bahsettiğimiz gibi
Wollstonecraft, kadınların aklı ile erkeklerin akıllarının bir farkı olmadığını
vurgulamaktadır. Fakat görünen farkın temel nedeni açık bir şekilde eğitimdeki
farklılık ve de toplumun "eril" ve "dişil" kavramlarını
nelere atfettiği üzerinedir. Eğitimdeki ayrımlar, yalnızca yöneticilerin ve
eğitimcilerin görmek istedikleri ayrımlardan doğmamaktadır; dönemin pek çok
filozofunun da bu ayrımcı görüşü desteklediğini vurgulamakta fayda var.
Aydınlanmanın büyük isimlerinden Rousseau da bu ayrımcı görüşün destekleyicilerinden
sayılabilir; metinlerinde cinsiyetçi unsurlar açık bir şekilde dile
getirilmiştir. Eğitim üzerine yazmış olduğu Emile isimli eserinin
beşinci ve son kitabında, kadınlar ve kadınların eğitimleri konusundaki
fikirlerini açıklamıştır. Bu bölümün başlarında, "Ortak olarak sahip
oldukları şeyde eşittirler; farklı oldukları şeyde kıyaslanamazlar" diye
belirtir.
Rousseau'nun metnine dair bir
inceleme yaptığımızda aslında onun ele aldığı konuların pek çoğunun
Wollstonecraft tarafından da tartışıldığını görürüz; fakat o, bu tartışmayı
daha iğneli bir dille sürdürmektedir. Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi
isimli kitabının beşinci bölümü olan "Kadınlara neredeyse horgörüyle
yaklaşan, onları acınası varlıklar olarak çizen bazı yazarların eleştirisi"
başlıklı kısımda Rousseau'nun Wollstonecraft'ın eleştiri oklarının hedefinde
olduğunu sıkça görürüz. Elbette döneminin başka pek çok filozof ve düşünürünün
de hedef alındığı bu bölümde bizim araştırmamız için önemli olan kısımlar
Rousseau'nun hedef gösterildikleri olacaktır. İlk olarak, Rousseau'nun eseri
incelendiğinde onun kadınların eğitilmesine tamamen karşıt biri olmadığını
görürüz; fakat eserin bütününe bakıldığında Rousseau'nun kadınlara
"tanıdığı" bu eğitimin son derece kısıtlı ve aslında kadınların
aydınlanmasından ziyade erkeklerin hayatlarını kolaylaştıracak toplumsal bir
etki olarak gördüğüne dikkat edilmesi gerekmektedir. Wollstonecraft da kendi
eleştirisinde bu husus üzerinde durarak Rousseau'nun kadınların aydınlanmasının
önünde duran filozoflardan biri olduğunu ve de bu düşüncelerinde neden haksız
olduğunu detaylı bir inceleme ile göstermeye çalışmıştır.
Rousseau'nun aktardığı kadın
imgesi neredeyse her bakımdan bir erkeğe bağımlı olan ve hatta bağımlı olarak
yetiştirilmesi gereken bir imge olarak sunulur. Döneminde kadınların
eğitilmesine bütünüyle karşıt olarak karşı çıkan isimler fazla olsa da Rousseau
onlar gibi kadınların eğitimsiz kalmasını desteklememektedir. Fakat onun
açıkladığı "eğitim" bir aydınlanma eğitimi değildir; erkeğine hizmet
ettiği, erkeğini mutlu ettiği sürece kadın eğitimi işe yaramaktadır. Genel
olarak bakıldığında, Rousseau kadınların eğitiminin amacını toplumsal ahlak
düzenin bir parçası olarak görmektedir ve buradaki toplum da aslında erkekleri
imlemektedir. Belli noktalar açısından Rousseau'nun da kadınları erkeklerin
yaşamlarındaki bir tür araç olarak gördüğü de söylenebilir. Elbette
Wollstonecraft hem dönemin görüşlerine hem de Rousseau'nun görüşlerine karşı
çıkarak kadının kendi aklının da olduğunun ve de bu aklın da eğitilmesi
gerektiğini vurgulamaktadır. Buradaki tartışma ise açık bir şekilde her iki
filozofun eğitim ile neyi kastetmek istediğidir; eğitimlerinin hedeflerinden ve
de kapsamlarından açık bir şekilde her ikisinin akıl üzerine olan düşüncelerini
saptamak mümkün olacaktır.
Rousseau'nun
eğitim üzerine yazdığı Emile isimli kitabında, kadınların eğitimi
üzerine olan düşüncelerini şu alıntıda özetlediği söylenebilir: "Erkeklerin
hoşuna gitmek, onlara yararlı olmak, onlara kendilerini sevdirmek, onlardan
saygı görmek, onları gençken yetiştirmek, büyüdüklerinde özen
göstermek, öğüt vermek, avutmak, yaşamı onlar için hoş̧ ve tatlı bir duruma
getirmek, işte kadının görevleri ve onlara çocukluklarından başlayarak her
zaman öğretilmesi gerekli olan şeyler bunlar olmuştur."[2] Sadece bu alıntıdan bile Rousseau’nun
kadınları konumlandırdığı yer açıktır; kadın, erkek doğasına bağımlı olan ve
onun doğasına "hizmet eden" bir tür olarak karşımıza çıkar. Elbette
bu alıntıdan ve kitabın genelinden de görüldüğü üzere, eğitim ve akıl konusunda
da kadın erkeğe her bakımdan bağlıdır. Erkeğin işine yaramayacak bir kadın
eğitimi anlamsız ve boştur Rousseau açısından. Fakat Rousseau'nun görüşlerini
eğitim açısından ilerici gören yorumlar da yok değildir; en azından kadınların
da eğitilmesi gerektiğini düşünüyor diye onu ilerici sayanlar vardır.
Wollstonecraft bunlardan biri olmayıp Rousseau'ya en açık eleştirilerde
bulunanlar arasında yer almaktadır. Rousseau’nun kadının doğasını erkeğe
bağımlı bir şekilde aktarmasına karşılık, Wollstonecraft kadının aklının ve
anlama yetisinin erkekten eksik olmadığını ve eğitim düzeylerinin eşitlendiği
zaman görünürde de bir bağımlılık kalmayacağını savunmuştur. Bu bakımdan
doğaları arasında bir fark görmemektedir.
İki filozofu
karşılıklı olarak ele aldığımızda birinin kadınların doğasının duygusal,
edilgen ve sezgisel olarak tanımladığını görürüz; bu tanımla beraber kadın
aklını ve de anlama yetisini sert bir şekilde erkeğinden ayırmaktadır. Bu ayrımla birlikte Rousseau'nun akıl kavramını ikili bir şekilde ele aldığına ve asıl
olarak akletmesi gereken aklın erkek aklı olduğu sonucuna vardığına
ulaşılabilir. Çünkü toplumsal düzende işe yarayacak olan "akıl" erkek
aklıdır; kadınınki ise bu aklı mutlu edecek, hizmet edecek ve ona bağımlı
olacak bir yapıda olup edilgen konumda kalacaktır. Wollstonecraft ise kadınlar
için kurgulanan bu "edilgen" akıl kavramlarının hepsine karşı çıkarak
dönemindeki kadınların neden o halde olduğunu açık bir şekilde izah etmektedir.
Dönemine ve genel olarak insana dair yaptığı tahliller üzerinden kadınların
eğitilmesinin onları özgür kılacağını ve erkeklerden hiçbir bakımdan aşağı
olmadıklarını fark edeceklerini de yazılarında sıklıkla vurgulamaktadır.
Rousseau gibi düşünen filozoflara verdiği yanıtlardan da fırsat eşitliği
üzerinde ne denli sık bir biçimde durduğunu açıkça görebiliriz.
Wollstonecraft'ın kadın ve
erkekler arasında kurgulanan bu ayrımlar üzerine getirdiği itirazlarını dönemin
başka filozofları ile de incelemekte fayda olacaktır. Immanuel Kant, Aydınlanma
Nedir?[3] başlıklı yazısında bir yandan aydınlanma için bir tanım verirken
diğer yandan da aydınlanmanın nasıl gerçekleştirileceği üzerine birtakım
tahlillerde bulunur. Elbette bu çıkarım genel olarak erkeklerin aydınlanması
olarak okunabilse de kadınların Kant'ın aydınlanmasından nasıl bir pay
alacaklarını da saptamamız önemlidir. İlk olarak, metne bakacak olursak eğer,
Kant aydınlanmanın insanın kendi suçuyla düşmüş olduğu ergin olmamaktan
çıkmasıdır der ve ergin olmayış da kişinin kendi aklını kullanamaması, başka
bir deyişle de aklını başkalarının kılavuzluğu olmadan kullanamamasıdır. Metnin
girişi olan bu bölüm, dönemin kadın hakları üzerinden değerlendirilmesi
itibariyle araştırmamıza iyi bir katkı sağlayacaktır.
Kant'ın verdiği bu tanım
cümlesini ögelerine ayırmaya çalışalım ve her bir ögenin dönemin kadınları için
ne ifade ettiğini çözümlemeye çalışalım. Bu öge ayrımı ile elimizde dört temel
kavram olacaktır: ergin olmayış, insanın kendi suçuyla düşmesi, akıl ve kendi
aklı. Ergin olmayış değerlendirildiğinde (Kant'ın da tanımı verdiği üzere),
kişinin kendi aklını başkalarının kılavuzluğu altında kullanmasıdır. Bu tanım
dönemin kadınları için pek ala uygun bir duruma işaret etmektedir; çünkü,
kadınların akıllarını kullanmalarının gerekmediği ve "aklını
kullanan" kadınların "eril" olarak adlandırıldığı bir dönemden
bahsetmekteyiz ve bu dönem için kadının aklıyla yapması gerekenler zaten
başkaları tarafından belirlenmiştir. Daha önce bahsettiğimiz Rousseau örneğinde
de olduğu gibi, kadının dünya üzerinde yapabileceği şeyler hem belirlidir hem
de sınırlıdır. Belirli olması bir buyruk olduğu anlamına gelir; çocuk
doğurmalı, ev işlerini yapmalı, süslenmeli (ki erkeğin hoşuna gitsin) vs.
Yapacakları şeylerin sınırlı olması da şu anlama gelir: eğer onun için
belirlenen işleri yapmak istemezse ya da daha fazlasını yapmak isterse
yapabileceği birtakım şeyler vardır; örneğin eğitim almak istediği zaman her
bölümün eğitimini alamaz ya da belirli bir bilimsel topluluğun parçası olamaz,
politikada aktif rol alamaz. Kadının bu dönemde çalışması daha çok bir sömürü
olarak da görülebilir; erkekler yapmak istemeyecekleri işleri onların üstlerine
atarlar ya da başka bir deyişle onları ücretsiz işçiler olarak tarlada ve
benzeri yerlerde çalıştırır. Ayrıca bu sömürüler evde de şiddetli bir şekilde
sürmektedir. Üst sınıflara mensup kadınlar içinse durum farklı değildir; onlar
kocaları tarafından ağır işlerde veya ev işlerinde çalıştırılmasalar bile bir
noktada onların zevk nesneleri olmak durumunda kalırlar.
Bütün bu durumlar
değerlendirildiğinde kadının gerçekten de Kant'ın kullandığı anlamda ergin
olmadığını görebiliriz, alacağı hiçbir kararı kendisi verememektedir. Fakat
ikinci kavrama ilerlediğimizde ise Kant'ın ergin olmamanın bir türünden
bahsettiğini görebiliriz: insanın kendi suçuyla düştüğü ergin olmayış. O halde
Kant'ın aslında ergin olmayışı iki farklı alana ayırdığını görebiliriz: biri
insanın kendi suçuyla düştüğü ve diğeri de insansın kendi suçuyla düşmediği.
Elbette Kant bu ayrımları kendi belirtmemiştir, fakat cümlenin incelenmesinden
ve bağlamdan bu ayrımlara varabiliyoruz. Bu bölünme ile oluşan yeni
kavramlardan ilki ile ilgilenir Kant ve bu ilkinden "çıkması" sonucu
"aydınlanabilecektir". Bu açıdan değerlendirdiğimizde ise dönemin
neredeyse hiçbir kadınının bu ilk türe gireceğini düşünemeyiz, çünkü hiçbiri
kendi suçuyla buraya düşmemiştir. O halde kadınların aydınlanmadaki rolünü ya
da kadın aydınlanmasını incelemeye çalışacaksak eğer, örtük olan ikinci kavram
ile ilgilenmemiz gerekecektir: kendi suçuyla düşmediği (düşürüldüğü) ergin
olmayış.
Başkası ya da başkaları
tarafından düşürttürülen bir ergin olmayış yine de kadınları bu durumdan muaf
tutar mı sorusu pek çok yerde Wollstonecraft'ın da aklından geçmiştir. Kadın
Haklarının Gerekçelendirilmesi başlıklı kitabını incelediğimizde,
Wollstonecraft'ın kadınlara da zaman zaman kızdığını görebiliriz. Fakat bu
kızgınlığı, aslında kadınların o dönemde neden hala bu buyruklara uyduğu
üzerinedir. Bu açıdan da kendisi de dolaylı olarak yine egemen olan erkekleri,
kadınları bu duruma düşürdükleri gerçekçisiyle suçlamaktadır. O halde, son
durumda Kant'ın Aydınlanma için sunduğu formülasyona farklı bir perspektiften
bakarak, bu formülasyonu Wollstonecraft'ın eserinin içinde örtük de olsa
görebiliriz. Kant'ın kurmaya çalıştığı "özgürlük" zeminini başka bir
bağlamda Wollstonecraft da anlatmaktadır. Kadınlara eğitim ve diğer pek çok
konuda fırsat eşitliği sağlandığı sürece toplumsal bir özgürlük alanı
kurulabilecektir; bu özgürlük alanı ile de insanların her biri artık kendi aklı
ile düşünebilecek ve başkasının kılavuzluğuna ihtiyaç duymayacaktır. Bu sayede
de artık "kendi suçuyla düşmediği" ergin olmayıştan kurtulacaktır.
Kant'ın buradaki tanımından da aslında
Aydınlanma tanımının erkek aklı üzerinden kurguladığını görmüş olduk. İkinci
seçenek olan ve aslında kadınların o ihtimal dahilinde olduğu "kendi
suçuyla düşmediği" ergin olmayışı anlatmaz Kant. Kendi suçuyla düştüğü
ergin olmayış ile aklını başka erkeklerin aklının kılavuzluğuna bırakan
erkekleri imlemektedir. Her ne kadar metnin bir yerinde kadınlar için
"cins-i latif" (Alm. schöne Geschlecht) terimini kullanarak onların
da Aydınlanmanın bir parçası olabileceğini üstü kapalı olarak söylese de bu konu için detaylı bir açıklama sunmaz. Bu durumda da hem Aydınlanmanın tanımından hem de
Wollstonecraft'ın tezlerinden yola çıkarak kadınların o dönem içerisinde
yapabilecekleri şeyleri genel olarak saptayabilmiş olduk.
Sonuç olarak, Aydınlanmanın
önemli figürlerinin görüşlerini değerlendirerek kadınların o dönem için
konumlandırılmak istediklerini mertebeleri inceledik; bununla birlikte de
dönemin belki de en önemli feminist filozofu olan Wollstonecraft'ın tezleri
doğrultusunda hem kadın aklına kurgulanan "aşağı" konumun
eleştirisinin bir tahlilini hem de Aydınlanma için yapılan tanımda kadının
nasıl bir rol üstlenebileceğine dair bir çıkarımı sunmuş olduk.
DİPNOTLAR
[1] Wollstonecraft, Mary (2007) Kadın
Haklarının Gerekçelendirilmesi, çev. Deniz Hakyemez, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları.
[2] Rousseau, Jean-Jacques (2009)
Emile, çev. Yaşar Avunç, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, syf. 523
[3] Kant, Immanuel (2023) Aydınlanma
Nedir? der. ve çev: Mehmet Barış Albayrak, Albaraka Yayınları.
***
Yazar: Emre Kahvecioğlu
Emre Kahvecioğlu, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Felsefe bölümü lisans öğrencisidir.
İletişim: emrekahvecioğlu25@gmail.com

Yorumlar
Yorum Gönder