Kötülük Problemi ve Augustinus Teodisesi - Mahmut Yalçın


KÖTÜLÜK PROBLEMİ VE AUGUSTINUS TEODİSESİ

Mahmut Yalçın

1. Giriş

Bu çalışmada, tanrının varlığına ilişkin iddialara en yüksek sesli itirazlardan biri olan kötülük problemi ve bu probleme yapılan karşı çıkışlardan biri olan Augustinus’un Teodisesi üzerinde durulmuştur. En özet haliyle, “evrende kötülüklerin var olmasıyla, her şeye kadir ve mutlak iyi bir tanrının var olması arasında olduğu iddia edilen çelişki”ye dayanan kötülük problemi ile ilgili Antik Çağdan itibaren filozoflar, düşünürler ve din insanları yoğun çalışmalar yapmıştır.

Çalışmamızda öncelikle din ve tanrı olgusunun insanlık açısından önemi ve yeri üzerinde durulmuş, ardından kötülük problemi kapsamında kötülük ve tanrı kavramları irdelenmiştir. Bu bölümün ardından kötülük probleminin tanımı ve farklı versiyonları üzerinde durulmuş, günümüze kadar etkisini sürdüren bu problemin güncel versiyonlarından bahsedilmiştir. Ardından kötülük problemine ilişkin karşı çıkışlar konusu ele alınmış, bu karşı çıkışlar içerisinde gerek tarihi gerekse de etki gücü anlamında belki de en önde gelen karşı çıkış olan Augustinus’un Teodisesi üzerinde durulmuştur.

Ele alınan konularla ilgili olarak mümkün olduğunca birincil kaynaklardan yararlanılmaya çalışılmış, konu kapsamının genişliği ve çalışmanın sınırlılığı göz önüne alınarak konuların önemli görülen kısımları çalışma kapsamına alınmıştır.

2. Din Olgusu ve Felsefede Din ve Tanrı

Din olgusunun ve tanrı inancının kökenlerine ilişkin yapılan araştırmalar, insanlarda dini inanç olgusunun tarih öncesi dönemlere kadar uzandığını göstermektedir. Kimi araştırmacılar, inancın kökenini Orta Paleolitik Çağın ortalarına yani 200.000 yıl öncesine kadar geriye götürse de evrimsel inanç araştırmacıları, dini duygu taşıdığı iddia edilebilecek ilk kalıntıların ölü gömme uygulamaları olduğuna, bunun da yaklaşık 60 bin yıl öncesine tarihlenebildiğine işaret etmektedirler.[i] Yine yaklaşık 35.000 yıl öncesinden başlamak üzere Üst Paleolitik Çağa ait başta kadın figürlü olmak üzere bulunan heykelciklerden bir kısmının dini duygular taşıdığı ileri sürülmektedir.[ii] İster 200 bin ister 60 bin isterse de 35 bin yıl olsun, insanlığın çok uzun bir süredir din ve tanrı olgusuyla birlikte yaşadığı açıktır.

Schelklingen Venüs Figürini. 35000 yıl öncesi

Söz konusu gerçek, yerleşik hayata geçtiği, medeniyetin ilk tohumlarını attığı, yerleşik hayata geçmenin getirdiği insan - insan ve insan - toplum ilişkilerine ilişkin ilk düzenlemeleri yarattığı ve uygulamaya başladığı dönemlerde insanın muhayyilesinde bir din ve tanrı olgusu taşıdığı anlamına gelmektedir. Söz konusu durum din ve tanrı olgusunun uygarlık tarihi açısından önemini de göstermektedir.

“…İnsan varoluşunun kaynağı, insanın doğasının ve yazgısının kaynağı ile insanın değerler cetvelinin belirleyicisi ve gündelik yaşamındaki yol göstericisi… nedir sorularına, belirli özellikleri olan bir tanrı kavramıyla yanıt getirmeye çalışan inanç sistemi” olarak tanımlanan[iii] din olgusu, tarımsal üretimin başladığı ilk uygar toplumların temel düşünüş yöntemi olmuştur.[iv]

MÖ 6. yüzyılın başında Antik Yunanda başladığı kabul edilen[v] ve Yunanca bilgi / bilgelik sevgisi anlamına gelen[vi] felsefe, her ne kadar dünyanın ancak tanrılar aracılığıyla bilinebileceği düşüncesini bir kenara koymuş ve dünyanın tanrıların yardımı olmaksızın sistematik gözlemle bilinebileceğini[vii] söylemişse de din ve tanrı meselesi felsefenin önemli bir konusu olmaya devam etmiştir. Ancak elbette felsefe, dine inananların psikolojisi ve dini örgütlenmeler gibi hususlarla değil; varoluş, zorunluluk, kader, yaratılış, günah, adalet, merhamet, kurtuluş, tanrı gibi inançla ilgili kavramları anlamaya çalışmakta[viii], tanrının varlığına veya yokluğuna yönelik argümanlar gibi inancın gerekçelendirilmesine ilişkin konularla ilgilenmektedir.[ix]

Tanrının varlığına ilişkin ispat amacı taşıyan argümanlara genel olarak tanrı ispatları adı verilmektedir. Tanrı ispatları Immanuel Kant tarafından temelde ontolojik, kozmolojik ve teleolojik olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır.[x] Söz konusu gruplandırmanın dışında “hudus kanıtı”, “erdem kanıtı”, “ahlaki kanıt” gibi farklı ispat türleri de bulunmaktadır.[xi] Felsefe literatüründe, söz konusu tanrı ispatlarına ilişkin argümanlar ve bu argümanlara getirilen eleştiriler önemli bir yer tutmaktadır.

Tanrının varlığını ispatlama amacı güden argümanların yanı sıra, tanrının var olmadığına ilişkin argümanlar da söz konusudur. Her ne kadar var olmayan bir şeyin var olmadığının kanıtlanmasının mümkün olmadığı söylenebilse de bu tarz argümanlarla, var olduğu iddia edilen belirli özelliklerdeki tanrının olmasının mümkün olmadığı çıkarımı yapıldığı ileri sürülmüştür.[xii] Tanrının var olmadığına ilişkin öne sürülen en önemli karşı çıkışlardan biri, evrende var olan kötülük ile tanrı tanımındaki unsurlar arasında ortaya çıktığı öne sürülen çelişkileri işaret eden “kötülük problemi”dir. Şimdi kötülük kavramı ile felsefe ve düşünce dünyası üzerinde derin izler bırakan ve ilk ortaya konduğu günden bugüne geçen yüzlerce yıl içinde halen önemini koruyan kötülük problemi üzerinde duralım.

3. Kötülük ve Tanrı Kavramları

Teizmin tanrının varlığına ilişkin argümanlarına en şiddetli itiraz modellerinden biri olan kötülük problemi, ayrıntıları ilerleyen bölümlerde açıklanacağı üzere temelde kötülük kavramı ve tanrı kavramı arasındaki varoluşsal çelişki üzerine kurulmuştur. Bu sebeple kötülük probleminin izahına geçmeden önce hem kötülük kavramının hem de tanrı kavramının üzerinde durulmasının faydalı olacağı değerlendirilmektedir.

3.1. Kötülük Kavramı ve Türleri

“Suçlanması gereken veya olumsuz değerlendirmeyi gerektiren davranış ve karakter durumları dahil olmak üzere olmaması gerekenleri ifade eden” kavram olarak tanımlanan[xiii] kötü olma durumuna kötülük denmektedir. Bir başka tanımda[xiv] kötülük, “doğadan gelen, ya da bilinçli insan eyleminin sonucu olan ve insan varlığına bu dünyadaki yaşamında büyük zarar veren durum, oluşum ya da şey” olarak karşımıza çıkmaktadır. Kötülüğün farklı bir tanımı da “herhangi bir şeyin refahına düşmanlık, iyinin yokluğu ve iyiliğin tam tersi” olarak yapılmıştır.[xv]

Kötülük, dini literatürde sıklıkla karşılaşılan bir kavram olduğu gibi gerek din felsefesinde gerekse de ahlak felsefesinde üzerinde çok durulmuş bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Kavram üzerinde yapılan değerlendirmelerde, kötülüğün farklı kategorilere ayrıldığı görülmektedir. Kötülük, geleneksel olarak “doğal kötülük” ve “ahlaksal kötülük” olarak ikiye ayrılmaktadır. Bu ayrıma göre, deprem, sel, kasırga gibi tabi afetler, salgınlar ve kanser gibi hastalıklar ve insan iradesinin rol oynamadığı ve acı ve ıstıraba sebep olan tabi olaylar “doğal kötülük” olarak; insan ya da düşünebilen başka bir varlığın istencinden kaynaklanan kötülükler de “ahlaki kötülük” olarak tanımlanmaktadır.[xvi]

Kötülüğe ilişkin bir başka sınıflandırma da G.W. Leibniz tarafından yapılan üçlü sınıflandırmadır. Bu sınıflandırmaya göre kötülük, salt kusurluluk anlamında “metafizik kötülük”, ıstırap anlamında “fizik kötülük” ve günah anlamındaki “ahlaki kötülük” olarak üçe ayrılmaktadır.[xvii] Leibniz’e göre metafizik kötülük, diğer kötülüklerin de altında yatan kök nedendir. Yani fizik ve moral kötülük, metafizik kötülüğün işaret ettiği eksiklik ve kusurluluğun bir sonucudur.[xviii]

Özellikle II. Dünya Savaşı’nda Nazi toplama kamplarında yaşanan soykırım uygulamalarının insanları düşürdüğü dehşetin de etkisiyle, Adorno ve Arendt gibi düşünürler kötülük türlerine, her ne kadar “ahlaki kötülük” kapsamına girebileceği değerlendirilse de yeni bir kavram olarak “kurumsallaşmış kötülük” ve “radikal kötülüğü” de (Kant tarafından yapılan insanın doğuştan gelen kötülük eğilimini ifade eden “radikal kötülük” tanımından farklı olarak) eklemişlerdir.[xix] [xx] Yine çirkinlik de bir kötülük türü olarak değerlendirilmiş ve bu kapsamı karşılamak üzere “estetik kötülük” kavramı öne sürülmüştür.

Kötülük kavramının tanımından ve kategorizasyonlarından da anlaşılacağı üzere, kötülük teriminin yabancı literatürdeki karşılığı, Türkçedeki anlamın ötesinde bazı olguları da kapsamaktadır. İngilizce -evil- terimine karşılık gelen kötülük kapsamının içine yalan söylemek, işkence etmek, öldürmek, hırsızlık yapmak gibi ahlaken kötü bulunan davranışlar girdiği gibi, hastalıklar, doğal afetler, bedensel kusurlar gibi acı ve ıstıraba neden olan olgular ile varlıkların varoluşu itibariyle sınırlılık, sonluluk ve eksiklik barındırma olgusu da girmektedir. Kötülük problemi kapsamında kullanılan kötülük kavramı ise genel olarak “doğal kötülük” ve “ahlaki kötülük” türlerini içermektedir.

3.2. Tanrı Kavramı ve Kötülük Probleminde İtiraza Konu Tanrı

Karşılığı Almanca Gott, Fransızca Dieu, İngilizce God, Latince deus, Yunanca theos olan tanrı, “Dinsel inançta: Doğaüstü ve olağanüstü nitelikleri, güçleri olan yetkin bir öz olarak en yüksek varlık” şeklinde tanımlanmıştır.[xxi] Dünya üzerinde yaygın dinlerdeki farklı tanrı kavrayışları, tanrıya veya tanrılara ilişkin standart bir ortak özellikler listesi oluşturmaya engel olsa da genel olarak tanrının “en yüksek coşum, saygı ve itaatkarlık duygularının” yöneldiği bir kavram olduğu söylenebilecektir.[xxii]

Kötülük probleminin yöneldiği tanrı kavramı ise belirli özellikleri olan spesifik bir tanrıdır. Her ne kadar bu tanrı kavramı spesifik olsa da bu spesifik tanrı dünya üzerinde yaygın dinlerin önemli bir kısmının tanrı anlayışı ile örtüşmesi dolayısıyla tanrının varlığına itiraz anlamında yaygın bir etki doğurmuştur. Kötülük probleminde, varlığına itiraz edilen tanrı, tek, her şeyi bilen (omniscient), her şeye gücü yeten (omnipotent) ve mutlak iyi (omnibenevolence / morally perfect) bir tanrıdır. Her ne kadar spesifik özellikler olsa da, bu özelliklerin Hristiyanlık ve İslam inancındaki tanrı anlayışına uygun özellikler olduğunu ifade etmek yerinde olacaktır.

Kötülük probleminde varlığı itiraza konu olan tanrının, yukarıda sayılan özelliklere sahip olması, bu özelliklere sahip olmayan bir veya birden fazla tanrıya yönelik olarak kötülük probleminin bir itiraz oluşturmayacağı anlamına gelmektedir. Örneğin, düalistik bir inanç olan Maniheizm’de biri iyi diğeri kötü olmak üzere iki büyük kozmik gücün (bir anlamda tanrının) varlığına inanıldığı için[xxiii], kötülük problemi, Maniheizm’in tanrı tasavvuruna ilişkin herhangi bir itiraz içermemektedir.

4. Kötülük Problemi

Felsefe tarihinde farklı versiyonlarına rastlansa da en genel ve en özet haliyle “evrende var olan kötülükler ile iyi bir tanrı arasındaki bağdaşmazlık” üzerinden formüle edilen kötülük problemi çok daha eski tarihlere uzansa da kötülük problemini ilk defa bir mantıksal argüman biçiminde ileri süren kişinin Antik Yunan filozofu Epikuros (MÖ 341 – 270) olduğu ifade edilmektedir. Erken dönem Hristiyan kilise babalarından Lactantius (~240 - ~320) tarafından kaleme alınan On the Anger of God adlı eserde, Epikuros’un argümanı şu şekilde ifade edilmiştir:[xxiv]

“Tanrı ya kötülükleri ortadan kaldırmak ister ve yapamaz; ya yapabilir ve isteksizdir; ya ne isteklidir ne yapabilir; veya hem isteklidir hem yapabilir. Eğer ister de yapamazsa güçsüzdür ki bu Tanrının özelliğine uygun değildir. Eğer yapmaya muktedir ancak isteksizse o zaman hasettir ki bu da Tanrı ile eşit derecede çelişkilidir. Eğer ne istekli ne de yapabilir ise hem güçsüz ve hem de hasettir ve bu sebeple Tanrı olamaz. Eğer hem istekli ve hem de yapmaya muktedir ise ki bu Tanrıya uygun olanıdır, o halde hangi kaynaktan kötülük meydana gelmektedir veya Tanrı kötülüğü neden ortadan kaldırmamaktadır?”

Görüldüğü üzere Epikuros, her şeye gücü yeten ve mutlak iyi bir tanrının, evrendeki kötülükler karşısındaki tüm olası irade ve yapabilirlik durumlarını ayrı ayrı sıralamış ve bunlar üzerinden mantıksal bir argüman kurmuştur. Tanrının kötülükleri ortadan kaldırma isteği ve tanrının kötülükleri ortadan kaldırabilme kudretine sahip olması değişkenleri birlikte dört farklı durum oluşturabilmektedir. İşte Epikuros bu dört durumda da ne ile karşı karşıya kalınacağını ifade etmiş ve böylece olası tüm durumlarda, ya bu durumların tanrının bir özelliği ile çeliştiğini ya da kötülüğün var olmasının veya yok edilmemesinin tanrının varlığı ile çelişkili olduğunu ileri sürmüştür. Böylelikle Epikuros, her şeye gücü yeten ve mutlak iyi bir tanrı ile kötülük olgusunun varlığının birbirini dışlayan iki durum olduğunu ileri sürmüştür. Yani Epikuros’a göre kötülükler ile tanrının her ikisinin de aynı anda var olması mümkün değildir. Epikuros’un bu mantıksal örgüsü aşağıda Tablo 4.1’de verilmiştir.

Epikuros tarafından formüle edilen kötülük problemi, ünlü filozof David Hume (1711 – 1776) tarafından da ele alınmıştır. David Hume, kötülük problemini Dialogues Concerning Natural Religion adlı eserinde şu şekilde yeniden oluşturmuştur:[xxv] “O [Tanrı], kötülüğü önlemek istiyor da önleyemiyor mu? Öyleyse o güçsüzdür. Önleyebiliyor, ama önlemek mi istemiyor? Öyleyse o kötü niyetlidir. Hem önleyebiliyor hem de önlemek mi istiyor? Öyleyse kötülük nereden geliyor?” David Hume’un kötülük problemi örgüsü de Epikuros’un kötülük problemi örgüsüne benzer şekilde, tanrının her şeye gücü yetme (omnipotent) ve mutlak iyi olma (omnibenevolence) özellikleri ile kötülüklerin var olması arasındaki çelişkiye ve dışlama ilişkisine işaret etmektedir. Bu örüntü, her şeye gücü yeten ve mutlak iyi olan bir tanrının kötülüklerin var olmasına izin vermeyeceği dolayısıyla kötülüklerin var olmayacağı; şayet kötülükler var olmaya devam ediyorsa da her şeye gücü yeten ve mutlak iyi bir tanrının var olmayacağı çıkarımı yapılması sonucuna götürmektedir.


Holokost Kurbanları

Toplu salgınların büyük yıkımlara yol açtığı, büyük ve kanlı savaşlar ile toplu katliam ve toplu soykırımların yaşandığı dönemlerde, büyük insan toplulukları ile bebekler, çocuklar, yaşlılar, hastalar gibi savunmasız ve/veya masum olduğu kabul edilen grupların büyük acılar çekmesi, her şeye gücü yeten ve mutlak iyi bir tanrının nasıl olur da bunca acıya izin verdiği sorusunu gündeme daha çok getirmiştir. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında Nazi Almanya’sının, Yahudiler, Engelliler ve Çingeneler (!) gibi zayıf ve savunmasız gruplara savaş esnasında uyguladığı büyük acılara sebep olan katliam, soykırım ve zulümlerin ortaya çıkması, düşünce dünyasında adeta bir travma etkisi yaratmış, tanrının bu kadar büyük acılara izin vermesi yoğun olarak sorgulanır olmuştur.

Kötülük probleminin farklı düşünürlerce farklı versiyonları ileri sürülmüş olsa da hemen tümünün ortak noktası, her şeye gücü yeten ve mutlak iyi bir tanrı ile evrendeki kötülüklerin var olmaya devam etmesi arasındaki çelişkiye işaret etmeleridir.

5. Kötülük Problemine Karşı Çıkışlar

5.1. Kötülük Problemine Karşı Savunmalar ve Teodiseler

Teizmin ileri sürdüğü tanrının varlığı iddiasına en esaslı karşı çıkışlardan biri olan kötülük problemine karşı da özellikle teist düşünürlerden eleştiriler gelmiş, kötülük problemi karşısında tanrının varlığını savunan birçok fikir öne sürülmüştür. Kötülük problemini çürütmeye yönelik olarak yapılan ve kötülük problemi çıkarımlarının doğru olmadığını öne sürerek verilen karşılıklara genel olarak savunma (defense), her şeye gücü yeten ve mutlak iyi bir tanrının kötülüklerin var olmasına izin vermesinin bazı pozitif nedenleri olduğu ileri sürülerek verilen karşılıklara de genel olarak teodise (theodicy) denmektedir. Teodise terimi, Alman filozof Gottfried Wilhelm Leibniz (1646 – 1716) tarafından Yunanca tanrı (theos) ve adalet (dike) sözcüklerinden türetilmiş[xxvi] ve o günden itibaren yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Farklı açıklamalarla tekrar edecek olursak, kötülük problemi karşısında savunmalar, kötülük probleminde çelişkili olarak gösterilen önermelerin tutarlı olabileceği en az bir mümkün durumun olabileceğine odaklanırken; teodiseler, kadir-i mutlak tanrının evrende kötülüklere izin vermesinin bir hikmeti olduğuna ve bu hikmetin ne olduğunun açıklanmasına odaklanırlar.

Şimdi söz konusu savunma ve teodiseler arasında yakın dönemlerde kendisine karşı ciddi eleştiriler getirse de yüzyıllar boyunca Hristiyan külliyatında kötülük problemine karşı temel bir teodise olarak kabul edilmiş olan Augustinus’un teodisesinin ayrıntılarına bakalım.

5.2. Augustinus’un Teodisesi

Orta Çağ Patristik Felsefe’nin en büyük filozofu Aurelius Augustinus, 354 – 430 yılları arasında yaşamış, katolik kilisesi’nce hem aziz hem kilise doktrineri ilan edilmiştir. Fikirleri kendisinden sonraki dönemde tüm Orta Çağ felsefe dünyasını ve günümüze kadar Katolik kilisesi öğretilerini temelden etkilemiştir. Düşüncelerini Confessions, On the Trinity, On Genesis According to the Letter ve On the City of God eserlerinde kaleme almıştır.[xxvii]

Aurelius Augustinus
Augustinus, Hristiyanlığa ilişkin diğer pek çok mesele gibi, kötülük problemi üzerinde de durmuş, kötülük problemine karşıt birden fazla unsur içeren geniş bir teodise ortaya çıkarmıştır. Augustinus’un kötülük problemine karşı ortaya koyduğu teodise, kendinden sonra gelen pek çok düşünür, din adamı ve kilise otoriteleri tarafından farklı ölçülerde kullanılmıştır. Hatta günümüz kilise önderleri tarafından kötülük problemine karşı öne sürülen argümanların önemli bir kısmı Augustinus’un teodisesinde ele alınmış argümanlardır.

Augustinus öncelikle Plotinosçu bir yaklaşımla varlıklar arasında bir değer hiyerarşisi olduğunu, bu hiyerarşinin en üstünde en yüksek değere sahip ve en iyi olan tanrının bulunduğunu ileri sürmüştür. Bu değer hiyerarşisinde dünya ve diğer maddi varlıklar ile fiziki şeyler en altlarda bulunmakla birlikte iyi niteliklere sahiptir. Augustinus bu noktada kötülük kavramı üzerinde durur ve kötülüğün bir töz olmadığını, ancak mevcut olması gereken bir iyiliğin yokluğu hali olduğunu ileri sürer. Ona göre kötülük pozitif bir şey değildir, mutlak iyi tanrı evreni de iyilikle var etmiştir. Dolayısıyla Augustinus’a göre var olan her şey iyidir:[xxviii]

"İşte Tanrı, işte Tanrı'nın yarattığı alem. Tanrı iyidir ve mutlak anlamda, tamamıyla yarattıklarından üstündür. Tanrı iyi olduğundan yarattıkları da iyidir. … Tanrı en yüce iyiliktir, dolayısıyla yarattığı iyiliklerden daha büyük olmak durumundadır. Ama sonuçta hem Yaratan hem de yaratılanların hepsi iyidir. O zaman kötülük nereden geliyor?"[xxix]

Kötülüğün pozitif bir şey olmaması kabulünden de anlaşılacağı üzere Augustinus’a göre kötülük tanrı tarafından var edilmez, aslında iyi olan bir şeyin hatalı bir davranışından veya kötü işlemesinden kaynaklanır.[xxx]

Böylece Augustinus ilk olarak kötülüğün doğasını ele almış olur. Ona göre kötülük Maniheizmin savunduğu gibi, evrenin asli bileşenlerinden biri olarak kendi başına var değildir. Aksine, tüm varlıklar iyidir ve kötülük ancak iyi bir şeyin bozulmasından ibaret olabilir. Kötülüğün doğası özet olarak Tanrı'nın yarattığı şekliyle dünyaya uygun olan bir iyiliğin yoksunluğudur.[xxxi]

Kötülüğün, iyi olan bir şeyin hatalı bir davranışından kaynaklandığı savı, Augustinus’u aynı zamanda teodisesinin ikinci bileşeni olan “özgür irade” kavramına yöneltir. Böylece Augustinus, kötülüğün doğasından sonra kötülüğün kaynağını incelemeye girişir:

"…canlı ve cansız her şeyi yaratan Tanrımız, hakiki Tanrımız olduğunu bütün kalbimle itiraf edip kabul etsem de kötülüğün nedenine açık ve seçik bir yanıt getiremiyor, bu konudaki düğümü çözemiyordum. … Beni senin ışığına çıkaran tek neden, benim hem irade sahibi bir varlık, hem de canlı bir varlık olduğumu bilmemdi. Adım gibi emindim ki, ben bir şey istediğimde ya da istemediğimde bunu isteyen ya da istemeyen benden başkası değildi. İşte yavaş yavaş anlamaya çalıştığım günahımın sebebi buydu."[xxxii]

İrade sahibi bir varlık olarak gördüğü insanın, bu iradesi vasıtasıyla bir şeyi istemek veya istememek tercihini yaptığını, kötülüğün (günahın) bu tercih sebebiyle oluştuğunu ifade eden Augustinus, bu noktada yeni bir mesele ile karşı karşıya kalmıştır:

"Peki beni yaratan kim? Tanrım değil mi, yalnızca iyi olan, hatta iyiliğin kendisi olan Tanrım? Öyleyse neden ben kötülüğü isteyip iyiliği istemiyorum? Layığımı bulup cezalandırılmam için mi böyle oluyor? Benim içime bu acı tohumları koyan, bunları eken kim öyleyse, ben baştan sona tatlılar tatlısı Tanrımın bir eseri olduğuma göre? Bunu yapan şeytansa, peki şeytanı kim yarattı? Bu şeytan yoldan çıkmış iradesiyle kendini şeytana dönüştüren bir melekse o zaman onun içindeki bu kötü iradenin kaynağı ne ki onu böyle şeytan kıldı, iyiler iyisi Tanrı onu baştan sonra iyi bir melek olarak yaratmamış mıydı?"[xxxiii]

Bu mesele kendi başına kötülük probleminin kendisi gibidir aslında. Yani Augustinus, kötülük problemine cevap olarak sunduğu irade savunusunda, yeni bir aşamada yeniden kötülük probleminin o amansız sorusuna kendi içinde maruz kalmıştır. “Tanrı mutlak iyiyse, insandaki ve şeytandaki kötülüğü seçme iradesini kim yarattı?” Bu durumun kendisi de farkındadır ve bundan oldukça rahatsız olmuştur:

"İşte yeniden bastırıyordu bu düşünceler, soluk alamıyordum, ama artık insanın kötülük yapmadığını, senin kötülüğe maruz kaldığını sanıp sana tövbe etmekten kaçınan insanların bulunduğu o günah cehennemine kadar sürüklenmiyordum."[xxxiv]

Bu noktada Augustinus, daha önce oluşturduğu değerler hiyerarşisinde en üste yerleştirdiği tanrının mutlak anlamda hiçbir bozulmanın konusu olmayacağını, kötülüğün de iradedeki bozulmadan kaynaklandığı düşünüldüğünde, kötülüğün kökeninin tanrı olamayacağı sonucuna yeniden varmaktadır. Ancak halen kötülüğün kökeninin ne olduğunu ve bunun kötülüğe nasıl kökenlik ettiğini anlayamamıştır. Augustinus bu noktada kendi kendine öyle sorular sorar ki, belki de kötülük problemini ileri süren hiçbir düşünür kötülük probleminin kapsamında bu kadar ileri düzeyde sorular soramamış, kötülük problemini bu kadar iyi savunamamıştır. Bu noktada kastedilen hususu uzun bir alıntıyla göstermenin faydalı olacağı değerlendirilmektedir.

"Tanrı iyi olduğundan yarattıkları da iyidir. İşte bak nasıl da yarattıklarını çepeçevre sarıyor ve onları dolduruyor. Öyleyse kötü nerede, nereden kaynaklanıyor, yarattıklarına nereden giriyor? Kötünün kökeni ne, hangi tohumdan neşet ediyor? Yoksa kötülük diye bir şey hiç yok mu? O zaman olmayan bir şeyden neden korkuyoruz ve kaçınıyoruz? Boşuna korkuyorsak o zaman korkunun kendisi kötü, çünkü yüreklerimizi hiç yoktan huzursuz edip onlara işkence çektiriyor. Bu durumda kötü korkudan daha büyük, çünkü korkulacak bir şey değilken biz ondan korkuyoruz. O halde ya kötülük var ve biz ondan korkuyoruz ya da kötü olan korkunun kendisi. Peki, Tanrı iyi olduğuna göre ve her şeyi iyi olarak yarattığına göre, kötü nereden kaynaklanıyor? Hiç şüphesiz Tanrı en yüce iyiliktir, dolayısıyla yarattığı iyiliklerden daha büyük olmak durumundadır. Ama sonuçta hem Yaratan hem de yaratılanların hepsi iyidir. O zaman kötülük nereden geliyor? Yoksa evreni yarattığı maddede mi bir kötülük vardı? Bu maddeye biçim verirken ve kendi amacına uygun hale getirirken, onun herhangi bir kısmını iyiye döndürmeden mi bıraktı acaba? Ama niçin böyle bir şey yapsın? O her şeye kadir olduğuna göre, bütün maddeyi iyiye çevirecek ve içinde herhangi kötü bir şey kalmayacak şekilde değiştirecek gücü yok muydu yani? Hem sonra böyle bir maddeden neden bir şey yaratmak istedi de her şeye kadir gücüyle bu maddeyi tümüyle yok etmeyi seçmedi? Onun iradesine rağmen bu madde var olabilir miydi? Bu madde ezelden beri varsa, neden Tanrı geçmişin o sonsuz zaman diliminde onun böyle bozuk bir halde varoluşuna izin verdi de, nice sonra bu maddeden bir şeyler yaratmaya karar verdi? Ya da Tanrı aniden yaratıma geçmeye karar verdiyse, her şeye kadir oluşuyla neden bu kötü maddeyi yok edip de sadece kendisi en hakiki, en yüce ve sonsuz iyilik olarak kalmayı seçmedi? Ya da Tanrı iyi olduğundan kendinden başka iyi bir şey yapmaması ya da yaratmaması uygun olmayacak idiyse, neden kötü malzemeyi imha edip hiçliğe indirgemedi ve onu her şeyi yaratacağı iyi bir madde haline getirmedi? Kendisinin yaratmamış olduğu bir maddeden yardım almadıkça iyi bir şey yaratamayacak idiyse, her şeye kadir değil mi yani?"[xxxv]

Augustinus, bu soruları kendi kendine sorarken büyük bir azap, korku, endişe ve sıkıntı hissetmektedir. Bu aşamada Augustinus insan iradesinin ne şekilde çalıştığı üzerinde durmuştur. İnsan iradesinin başka bir şey tarafından etkilenip etkilenemeyeceği hususunu, insan iradesinin nasıl bir irade olduğunu anlamak çerçevesinde kullanmıştır. Bu kapsamda, insan iradesinin değerler hiyerarşisinde varlıklardan daha üstte konumlanması sebebiyle, dünyevi varlık ve lezzetlerden etkilenme imkânı olmadığı sonucuna varmıştır. Yani dünyevi lezzetlerin, insan iradesini çeken ve iradeye hükmeden bir özelliğe sahip olmaları, iradenin değerler hiyerarşisinde daha üstte bulunması nedeniyle mümkün değildir. Aynı şekilde irade ile aynı hiyerarşik düzeyde bulunan bir başka iradenin de (mesela başka bir insanın iradesi) insan iradesine emir vermesi ve onu yönlendirmesi mümkün değildir. Çünkü tamamıyla aynı güce sahiptir. İnsan iradesinden daha üst bir hiyerarşik düzeyde bulunan şeylerin de insan iradesini etkileyerek onu yönlendirmesinin, değerler hiyerarşisinde üstte bulunmanın getirdiği adaletsizce eylemde bulunmama ilkesine ters olacağını ve bu sebeple daha üst hiyerarşideki bir şeyin de insan iradesini yönetme veya yönlendirme durumu olamayacağını ileri süren Augustinus, sonuç olarak insan iradesinin hiçbir başka varlık veya güç tarafından yönetilemeyeceği ve özgür olduğu sonucuna varmış olmaktadır.

İşte bu noktada Augustinus kötülüğün var olmasına ilişkin sorunu kendi çerçevesinde çözmüştür. Ona göre mutlak iyi olan tanrının yine özünde iyi olarak yarattığı evrendeki kötülüğün kökenleri, tanrının insanları ve melekleri özgür iradeli yaratması esnasında, özgür iradenin bir unsuru olarak yaratılmıştır. Özgür iradenin nüvesinde bulunan bu yanlışı tercih etme / doğruyu tercih etmeme imkânı sebebiyle, önce bazı meleklerin sonra da ilk günah çerçevesinde insanın tanrıya isyan ettiğini ve düşüşe sebep olduklarını öne sürmüştür.[xxxvi]

Augustinus, insan iradesinin özgür olduğu sonucuna varmasıyla, kötülüklerin tanrı tarafından var edilmediğine, kötülüğü özgür irade tercihleri ile insanın değerler hiyerarşisinde daha üste değil de alta yönelmesinin bir sonucu olarak özgür iradenin yanlış kullanımının bir sonucu olduğunu değerlendirmiş ve bu anlamda mutlak iyi bir tanrının yarattığı evrende kötülüklerin nasıl olup da devam ettiğine ilişkin bir çözüm geliştirmiştir.

Augustinus’un kötülük problemine ilişkin özgür irade teodisesi, cevaplanması gereken yeni meseleleri ortaya çıkarmıştır. Bu meselelerden en önemlisi, özgür irade ile kendisine tercih imkânı verilen insanın bu iradesini kullanmada ne kadar özgür olduğu sorunudur. Söz konusu özgürlük alanı, manası itibariyle tanrının müdahale etmediği bir alan olmak zorundadır. İşte bu da tanrının her şeyi bilmesi ve dolayısıyla belirlenmiş bir kader anlayışı ile çelişkili görünmektedir. Elbette ki Augustinus bu meseleyi fark etmiş ve bu meselenin çözümü için de zaman kavramını detaylıca ele almıştır. Çalışmamızın kapsamına alınmadığı için üzerinde durulmayacak olan Augustinus’un zaman kavramına yönelik düşünceleri, özgür irade bağlamında tek cümleyle ifade edilecekse, tanrının zamansallığı ile yaratılmışların zamansallığının aynı olmadığı, tanrının zaman üstü veya zaman dışı bir varlık olduğudur.

6. Sonuç

Binlerce yıldır insan zihnini en çok meşgul eden meselelerden biri de tanrı meselesidir. Tanrının varlığı, yokluğu, sıfatları, özellikleri, amacı, yöntemi, istekleri, istemedikleri üzerine milyarlarca insan tarih boyunca düşünmüş, düşünmeye de devam etmektedir. Düşünen ve akılsal çıkarım yapan rasyonel bir canlı olan insan, diğer tüm meselelerde olduğu gibi Tanrının varlığı veya yokluğu meselesinde de aklını ve akli çıkarım yeteneğini kullanmak ve böylece rasyonalitenin insana sağladığı konfordan yararlanmak istemiştir. Bunun bir sonucu olarak gerek tanrının varlığı ve gerekse de yokluğunun akli çıkarım yöntemleriyle ispatlanmasına yönelik oldukça yoğun çabalar gösterilmiştir. Felsefe literatürünün önemli bir kısmını teşkil eden bu çalışmalardan belki de en önemlisi, evrende kötülüklerin var olmasıyla, her şeye kadir ve mutlak iyi bir tanrının var olması arasında olduğu iddia edilen çelişkiye dayanan kötülük problemidir. Çalışmamızda din ve tanrı olgusunun insanlık tarihindeki yeri, kötülük problemi kapsamında kötülük ve tanrı kavramları, kötülük probleminin tanımı ve farklı versiyonları, kötülük problemine ilişkin karşı çıkışlardan biri olan Augustinus’un Teodisesi üzerinde durulmuştur. Elbette gerek kötülük probleminin gerek Augustinus’un Teodisesi’nin çok daha geniş boyutları ve farklı yönleri mevcuttur. Ayrıca Augustinus’un Teodisesi’ne yönelik çok ciddi itirazlar söz konusudur. Çalışmamız, uzunluk sınırlaması kapsamında bu hususların önemli görülen kısımlarını içermiş, bazı hususları ise içerik dışı tutmuştur.

Bu kapsamda Augustinus’un temelde kötülüğün ontolojisine ve kaynağına yönelik Teodise’si, her ne kadar günümüzde kendisine getirilen eleştiriler sebebiyle önceki önemini ve geçerliliğini korumasa da kötülük problemine tarih içerisinde uzun yıllar boyunca önemli bir cevap teşkil etmiştir.

7. Kaynakça

Adjukiewicz, K. (1994). Felsefeye Giriş – Temel Kavramlar ve Kuramlar. Çeviren: Ahmet Cevizci. 2. Basım. Ankara: Gündoğan Yayınları
Arslan, Ahmet. (2009). Felsefeye Giriş. 12. Basım Ankara: Adres Yayınları
Arslan, Ahmet. (2020). İlkçağ Felsefe Tarihi 1 - Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi. 11. Basım. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Editör: Audi, Robert. (2015). The Cambridge Dictionary of Philosophy. 3. Basım. New York: Cambridge University Press
Blackburn, Simon. (2005). Oxford Dictionary of Philosophy. 2. Basım (Second Edition). Oxford: Oxford University Press
Cevizci, Ahmet. (1999), Felsefe Sözlüğü. 3. Basım. İstanbul: Paradigma Yayınları
Coşkun, Berrak. (2017). Hannah Arendt’te “Radikal Kötülük” Problemi. Cogito, 86
Editör: Dagobert, D. R. (?). Dictionary of Philosophy. (?). New York: Philosophical Library Inc
Dews, Peter. (2017). Adorno: Toplumsal Bir Kategori Olarak Radikal Kötülük. İngilizceden çeviren: Şeyda Öztürk. Cogito, 86
Hick J. (2010). Evil and the God of Love. 5. Edisyon. İngiltere: Palgrave Macmillan
Hospers, John. (1997). An Introduction to Philosophical Analysis. 4. Basım. London: Routledge
Kant, Immanuel. (1993). Arı Usun Eleştirisi. Çev: Aziz Yardımlı. 1. Basım. İstanbul: İdea Yayınevi.
Leibniz, Gottfried Wilhelm. (2017). Teodize. Almancadan çeviren: Kaan H. Ökten. Cogito, 86
Russel, J. B. (1999). Şeytan. Antikiteden İlkel Hıristiyanlığa Kötülük. 1. Basım. İstanbul: Kabalcı Yayınevi
Şenel, Alâeddin. (2004). Siyasal Düşünceler Tarihi, Tarihöncesinde İlkçağda Ortaçağda ve Yeniçağda Toplum ve Siyasal Düşünüş. 11. Basım. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
Editör: Taliaferro C., Marty E. J. (2010) A Dictionary of Philosophy of Religion. 1. Basım. New York: The Continuum International Publishing Group
Tunalı, İsmail. (2019). Felsefeye Giriş. 1. Basım. Ankara: Fol Kitap
Watson, Peter. (Eylül 2020). Fikirler Tarihi Ateşten Freud’a. 7. Basım. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
Wunn, Ina. (2000). Beginning of religion. Numen-international Review for The History of Religions. 47. 417-452. doi: 10.1163/156852700511612. Internet Erişim Adresi: https://www.researchgate.net/publication/240682150_Beginning_of_religion (Erişim tarihi: 28.12.2020)
Wunn I., Grojnowski D. (2018) Religious Speciation, How Religions Evolve. New Approaches to the Scientific Study of Religion, vol 6. İsviçre: Springer, Cham.
Yaran, C. S. (1997). Kötülük ve Teodise. 1. Basım. Ankara: Vadi Yayınları

Son Notlar

[i] Wunn, Ina. (2000). Beginning of religion. Numen-international Review for The History of Religions. 47. 417-452. doi: 10.1163/156852700511612. Internet Erişim Adresi: https://www.researchgate.net/publication/240682150_Beginning_of_religion (Erişim tarihi: 28.12.2020)
[ii] Wunn I., Grojnowski D. (2018) Religious Speciation, How Religions Evolve. New Approaches to the Scientific Study of Religion, vol 6. İsviçre: Springer, Cham. s. 223 - 240
[iii] Cevizci, Ahmet. (1999), Felsefe Sözlüğü, -din- maddesi. 3. Basım. İstanbul: Paradigma Yayınları. s. 240
[iv] Şenel, Alâeddin. (2004). Siyasal Düşünceler Tarihi, Tarihöncesinde İlkçağda Ortaçağda ve Yeniçağda Toplum ve Siyasal Düşünüş. 11. Basım. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. s. 35
[v] Arslan, Ahmet. (2020). İlkçağ Felsefe Tarihi 1 Sokrates Öncesi Yunan Felsefesi. 11. Basım. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. s. 21
[vi] Blackburn, Simon. (2005). Oxford Dictionary of Philosophy -philosophy- maddesi. 2. Basım (Second Edition). Oxford: Oxford University Press. s. 276
[vii] Watson, Peter. (Eylül 2020). Fikirler Tarihi Ateşten Freud’a. 7. Basım. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. s. 183 - 184
[viii] Blackburn, Simon. A.g.e. -religion, philosophy of- maddesi. s. 316
[ix] Hospers, John. (1997). An Introduction to Philosophical Analysis. 4. Basım. London: Routledge. s. 201
[x] Kant, Immanuel. (1993). Arı Usun Eleştirisi. Çev: Aziz Yardımlı. 1. Basım. İstanbul: İdea Yayınevi. s. 290
[xi] Tunalı, İsmail. (2019). Felsefeye Giriş. 1. Basım. Ankara: Fol Kitap. s. 197 - 198
[xii] Arslan, Ahmet. (2009). Felsefeye Giriş. 12. Basım Ankara: Adres Yayınları. s. 290
[xiii] Editör: Audi, Robert. (2015). The Cambridge Dictionary of Philosophy -evil- maddesi. 3. Basım. New York: Cambridge University Press. s. 339
[xiv] Cevizci, Ahmet. (1999), Felsefe Sözlüğü, -kötü- maddesi. s. 524
[xv] Editör: Dagobert, D. R. (?). Dictionary of Philosophy. -evil- maddesi (?). New York: Philosophical Library Inc. s. 101 - 102
[xvi] Russel, J. B. (1999). Şeytan. Antikiteden İlkel Hıristiyanlığa Kötülük. 1. Basım. İstanbul: Kabalcı Yayınevi. s. 20
[xvii] Leibniz, Gottfried Wilhelm. (2017). Teodize. Almancadan çeviren: Kaan H. Ökten. Cogito, 86, s. 35
[xviii] Yaran, C. S. (1997). Kötülük ve Teodise. 1. Basım. Ankara: Vadi Yayınları. s.27
[xix] Coşkun, Berrak. (2017). Hannah Arendt’te “Radikal Kötülük” Problemi. Cogito, 86, s. 180 - 213
[xx] Dews, Peter. (2017). Adorno: Toplumsal Bir Kategori Olarak Radikal Kötülük. İngilizceden çeviren: Şeyda Öztürk. Cogito, 86, s. 124 - 150
[xxi] Akarsu, Bedia. (2019). Felsefe Terimleri Sözlüğü. -tanrı- maddesi. 17. Basım. İstanbul: İnkılap Yayınları. s. 168
[xxii] Adjukiewicz, K. (1994). Felsefeye Giriş – Temel Kavramlar ve Kuramlar. Çeviren: Ahmet Cevizci. 2. Basım. Ankara: Gündoğan Yayınları. s. 163
[xxiii] Editör: Taliaferro C., Marty E. J. (2010) A Dictionary of Philosophy of Religion -Manichaeaism- maddesi. 1. Basım. New York: The Continuum International Publishing Group. s. 145
[xxiv] Hick J. (2010). Evil and the God of Love. 5. Edisyon. İngiltere: Palgrave Macmillan. s. 5
[xxv] Yaran, C. S. A.g.e. s. 12
[xxvi] Cevizci, Ahmet. (1999), Felsefe Sözlüğü, -teodise- maddesi. s. 840
[xxvii] Editör: Audi, Robert. (2015). The Cambridge Dictionary of Philosophy -Augustine- maddesi. s. 69 - 70
[xxviii] Cevizci, Ahmet. (2017). Felsefe Tarihi – 2 Ortaçağ Felsefesi. 5. Basım. İstanbul: Say Yayınları. s. 82 - 90
[xxix] Augustinus, (2010). İtiraflar. Çeviren: Çiğdem Dürüşken. 2. Basım. İstanbul: Kabalcı Yayınevi. s. 196 - 197
[xxx] Yaran, C.S. A.g.e. s. 91 - 92
[xxxi] Hick J. A.g.e. s. 59
[xxxii] Augustinus, (2010). İtiraflar. 7. Kitap, 3. Bölüm / 4. paragraf s. 193 - 194
[xxxiii] Augustinus, (2010). İtiraflar. 7. Kitap, 3. Bölüm / 5. paragraf. s. 194
[xxxiv] Augustinus, (2010). İtiraflar. 7. Kitap, 3. Bölüm / 5. paragraf. s. 194
[xxxv] Augustinus, (2010). İtiraflar. 7. Kitap, 5. Bölüm / 7. paragraf. s. 196 - 198
[xxxvi] Yaran, C. S. A.g.e. s. 92


Yazar: Mahut Yalçın

Mahmut Yalçın Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Felsefe Bölümü lisans öğrencisidir.

İletişim Adresi: mahmutya@gmail.com

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Neoliberalizmin Palyatifliği - Koray Saatçı

Francis Bacon - Cem Kamözüt

Bir Felsefe Yazısı (Bu da dahil) Nasıl Okunur? Nasıl Planlanır? Nasıl Yazılır? - Jeff McLaughlin

Ciddi Teoriler ve Şüpheci Teoriler: Muhtemelen Neden Kavanozdaki Bir Beyin Değilsiniz? - Michael Huemer

İnsan Haklarının İki Yüzü/Yüzlülüğü: İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin İnsan Haklarının İhlalini Meşrulaştırma Aracı Olarak Kullanılması Üzerine - M. Yavuz İnan