Woke ve Marksizm - Koray Saatçı

 


Woke ve Marksizm - Koray Saatçı


Ömer Alkan, Vivek Ramaswamy'nin Woke A.Ş. adlı kitabının Türkçe çevirisinde sunuş yazısı niteliğinde bir yazı yazmış. Bu yazıda Alkan, woke'un kendince kısa bir panoramasını yapıyor. Woke üzerine eleştirel yorumlarda bulunurken, bir yerde çok büyük bir yanlışa düşüyor: Woke'un faturasını Marksizme kesiyor! Marksist kuramı benimseyen bir kişi olarak şunu demek isterim ki, Marksizm ile woke arasında bir bağlantı kurmak, Marksizme karşı büyük bir haksızlıktan ve çarpıtmadan öte bir şey değildir. Bu zorlama ve bir ölçüde de absürt tezleri eleştirmeye değmez diye aklımdan geçirmedim değil aslında. Ancak woke'la ideolojik mücadeleyi gerekli sayan birisi olarak, woke ile arasında büyük bir mesafe bulunan Marksizmi çarpıtan bu manipülasyonlar karşısında kalemimi oynatmamazlık edemezdim. Bu nedenle bu yazımda, Alkan'ın bu manipülasyonlarına karşı itirazlarımı sıralayacağım.

Alkan, woke ile Marksizm arasında şöyle bir bağlantı kuruyor:

''Evet, klasik solun eriyip yok olduğunu düşünürüz ve yeni solun gerçekten solcu olmadığını varsayarız, ama bu, 'yeni sol'u hafife almaktan başka bir şey değildir. Yeni solun, antropoloji tabanlı öznel deneyimcilik soslu, aşırı katılımcı ve herkesi kapsayıcı tavrının içinde hayat bulan woke kültürü; eski solcuları aratmayacak kadar despottur, kavgacıdır, dayatmacıdır ve hatta dışlayıcıdır. İdeoloji ve aktivizm odağında hayat bulan woke kültürü, birikimini Marksist sınıf bilincinin harekete geçme (praksis) vurgusunda bulur. Zaten aktivizmin temelini inşa eden kodlar, daima solun kodları olmuştur. Hakkımızı verin!''[1] 

Buradaki tek katıldığım şey, woke kültürünün dayatmacı, dışlayıcı olduğudur; onun dışında diğer önermelerin zorlamacılığı ve çarpıtıcılığı kendisini sergiliyor. Alkan, fazlasıyla yüzeysel bir biçimde kavramlarla oynayarak ve kendi kurgusunda ilişki kurarak Marksizm ile woke'u birbirine bağlamaya çalışıyor.

Öncelikle bu iki akımın sınıf temelinden başlamak istiyorum. Marksizmin sınıf temeli ile woke'un sınıf temeli farklıdır ve hatta karşıttır. Marksizmin temelinde işçi sınıfı ve bu sınıfın çıkarları vardır. Woke ise sınıfı temel almaz, kimlikleri ele alır. Oysaki sınıflı toplumda ''sınıfsız'' bir görünüm sergilemek, burjuvazinin yöntemidir. Woke akımı da bugün Avrupa'nın emperyalist seçkinlerinin çıkarlarıyla bağlantılıdır. Yani woke akımı, sol görünümlü bir sermaye bölüngüsüdür. Woke'u benimseyenlerin yaptıkları şey, sermaye düzenine zarar vermeyen, sömürünün ve sınıfların varlığını silikleştiren politik doğrucu tartışmalarla entelektüel ortamı ele geçirmek ve bu yoldan yüksek kariyer yapmaktır.

İkinci olarak, Marksizm aktivist değil, devrimcidir. Aktivizm, hedefine hiçbir iktidarı koymayan bir pasif göstericiliktir. Marksizm, iktidarın ele geçirilmesini ve toplumun devrimci dönüşümünü hedefler. Bu nedenle Marksizm, işçi sınıfına basitçe haklar elde etme öğüdünü vermez. Marksizmin siyasal ufku daha geniştir. Woke'da ise iktidar hedefi diye bir şey söz konusu değildir. Woke'da iktidar, tüm kötülüklerin kaynağıdır; her iktidar kötüdür. Bu nedenle iktidar için mücadele etmek, woke'çuların yasaklar listesinin en başındadır. Marksizm ile woke'un bu iki ayrı düşünsel ve siyasal temeli, bu iki farklı akımı birbirinden kalın çizgilerle ayırır.

Alkan, woke'un öğelerini Marksizme bulaştırmaya devam ediyor. Woke'nin postmodern öznel deneyimselliğini Marksist sınıf bilinci ile karıştırıyor:

''Hepimizin bildiği gibi, Marksizmde iki temel sınıf vardır; burjuva ve proletarya. Bu iki sınıf, kendi öznel bilinçlerinde hapsolmuşlardır ve kendilerini gerçekleştirmek adına kolektif bir bilinç içerisindedirler. Proletaryanın da bu anlamda, aşırı sömürülerek yabancılaşıp en sonunda tersten kendi sınıf bilincini elde etmesi ve devrimi gerçekleştirmesi varsayımı yapılır. Burada, sınıf bilincinin öznelliği ve burjuvanın proletaryayı, proletaryanın da burjuvayı anlayamayacak olması önemli bir noktadır. Örneğin, sınıf mücadelesini kendilerine göre yorumlayan feministler, bu öznel deneyim vurgusunu çok sık yaparlar: Erkekler asla kadınlar hakkında konuşmamalıdır, zaten konuşamazdır. Irk tabanındaki çatışmalarda aynı söylem çokça tekrarlanır: Siyahların deneyimini beyazlar asla anlayamaz.''[2]

Sonra Alkan şunları söylüyor:

''Marksist geleneğin, 'çatışma teorisi' olarak anılmasının temeli zaten buradadır. Taraflar birbirini asla anlayamaz ve diyalog dahi kuramazlar. Tarafların, çıkarları doğrultusunda çatışması kaçınılmazdır. Aynı şekilde bu sınıf bilincinin dışına çıkamama hali, hakikat fikrini de reddiyeye götürür. Tümel ve kapsayıcı bir nesnel gerçeklik fikri, yani hakikat; Marksizme göre, sömüren sınıfın, sömürüsünü devam ettirebilmesi için dayattığı bir ideolojidir sadece. Haliyle, ezilen sınıf da kendi ideolojisini sağlamlaştırıp karşı tarafa yüklenmelidir. Bu noktada, soldaki 'akıl-karşıtı' ya da 'anti-rasyonel' tavır, net bir şekilde beliriyor. Zaten entelektüel dünyadaki 50 - 60 yıllık sol iktidarının en büyük eleştirisi, bu modernist akılcı tutumun kendisinedir. Bizce ise akıl aslında dışlayıcı değildir; özgür düşünce platformları aracılığıyla insanların diyalog kurabilmesinin önünü açan bir yetidir. Eğer aklı, dolayısıyla tartışma zeminini ortadan kaldırırsak, şu anki solun uygulamaktan keyif aldığı baskılayıcı refleksi görürüz.''[3]

Ve Alkan şu sonuca varıyor:

''Sonuç olarak bu tabloda, woke kültürünün ana kodlarını Marksizmde birebir görebilmekteyiz. Neo-marksizm ve kimlik ideolojileri arasındaki tek fark, hedeftir. Biri zengini devirmek ister, biri erkeği ve eril toplumu; biri beyazı ve batı toplumunu, biri heteronormatif toplumu vs. Ancak mağdur ve ezilen grup olarak kendisiyle diğer tarafın arasında aşılamayacak bir duvar olduğu bilinci, daha en temelde vardır.''[4]

Öncelikle şuradan başlayalım: Modern toplumdaki iki temel sınıfın varlığı ve savaşımı Marx'ın buluşu değildir. Ondan önceki çeşitli burjuva düşün insanları da, yani Alkan'ın benimsediği görüşün tohumlarını ekenler, toplumun sınıflara bölünmüşlüğünü kabul etmişti. Marx'ın yeni olarak yaptığı şey kendisinin de belirttiği gibi, ''1) sınıfların varlığının, üretimin gelişimindeki belli tarihsel aşamalarla ilişkili olduğunu, 2) sınıf savaşımlarının zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne varacağını, 3) bu diktatörlüğün, yalnızca bütün sınıfları ortadan kaldırılmasına ve sınıfsız topluma bir geçiş olduğunu göstermekten ibarettir.''[5] Buradan yola çıkarak Marx, kendilerine insancıl bir görünüm vermeye çalışan burjuva ideologlarının kanıtladıkları tek şeyin ''burjuvazinin egemenliğine elveren toplumsal koşulları tarihin son ürünü, non plus ultra [ulaşılabilecek en yüksek nokta -K.S] saydıkları ve yalnızca burjuvazinin hizmetkârı olduklarıdır.''[6] Aynısını kendisini ''akılcı'' bir görünüme sokmaya çalışan Ömer Alkan için de söyleyebiliriz.

Marksizmin modern toplumun sınıf çatışmalarıyla dolu olmasına yönelik önermesi, Marksistlerin çatışmaya ve savaşa aşırı hevesli olmalarından kaynaklı bir şey değildir. Kapitalist toplumun maddesel gerçekliği böyle olduğu için bu böyledir. Hem Marx hem de Engels, materyalist oldukları için, yaşadıkları toplumu hayalî idealist düşüncelerle değil, maddesel gerçekliği çerçevesinde açıklamak için bu toplumun çatışmalı olduğunu saptamışlardı. Bu nedenle Marksizm, materyalizmi esas aldığı için gerçekliğe sadıktır. Marksizm, sınıf çatışmalarının son bulmasıyla ve toplumdaki her bir bireyin birbiriyle kaynaşmasıyla tüm insanların ortak olacağı bir gerçeklik düşüncesine varılacağını belirtir. Ne zamanki toplum sömüren-sömürülen temelinde kutuplaşmaz, işte o zaman herkesi kapsayıcı bir gerçek nesnellik düşüncesi ortaya çıkar. İşçi sınıfı, sınıf mücadelesi yoluyla, sınıflı toplumun temel dayanağı olan burjuvazinin iktidarını yıkacak, egemen sınıf olacak ve böylelikle de eski toplumun tüm sınıflarından bireyler yeni toplumda kaynaşacaklardır. Yani Marksizme göre taraflar arasında aşılabilecek bir duvar vardır.

Alkan, önermesini şirinleştirmek için ''akılcılık''tan ve ''diyalog''tan bahsetmektedir. Bunları öne sürerek Alkan, sınıflı toplumdaki şiddeti gözlerden saklamaktadır. Kapitalist toplum, kapitalistlerin ve onların devletlerinin emekçilere karşı şiddetiyle kurulu bir yapıya sahiptir. Emekçiler patronlarının işten çıkarma, düşük ücret, lokavt, fazla çalıştırma vb. birçok alanda şiddetine uğrarlar. Burjuva devletler, sahip oldukları polis gücüyle, düzenli ordularıyla, istihbarat ağlarıyla, süngü politikalarıyla vb. emekçi sınıflara karşı bir şiddet örgütlenmesidir. Kapitalistler, devletin bu gücüyle emekçilerin sömürüye karşı mücadelelerini bastırır. Hem kapitalizmin hem de diğer bütün sınıflı toplumların tarihi, egemen sınıfların sömürülen sınıfların direnişini ve mücadelesini kanla bastırma girişimlerinin tarihidir. Alkan'ın ''diyalog'' ve ''akıl'' gibi sihirli sözcükleri bu kanlı tarihi temizleyemez. Hem işçi sınıfının hem de Marksistlerin egemen sınıfların örgütlü şiddetine karşı ''akıl'' ve ''diyalog'' yoluyla mücadele edebilme gibi bir şansları yoktur, olamaz da. Bununla birlikte, içi sınıfı ve Marksistler davalarını anlatabilmek için belirli toplum kesimleriyle elbette diyaloglar kurabilir, tartışmalar yapabilir. Marksizm diyaloğa tamamen kapalı bir şey olsaydı her şeyden önce bir kuram olamazdı. Ancak, şiddet aygıtını elinde bulunduran bir sınıfa karşı sadece bu tarz düşünsel yollarla mücadelenin kazanılabileceğini savunmak, hayalden öte bir şey değildir. Marx, sınıf mücadelesinin sonunun iki farklı biçimde sonlanabileceğine yönelik görüşler ileri sürmüştü: 1- Şiddete dayalı devrim, 2- Barışçıl geçiş. İkincisini, militarizmin ve devletin yeteri kadar gelişmediği ülkeler için düşünmüştü. Bu ülkelerdeki somut durumu hesaba katarak mücadelenin barışçıl bir süreçle sonlanabileceğini öne sürmüştü. Marksizmde sınıf mücadelenin nasıl süreceği ve noktalanacağı süreç içerisindeki somut durumlara bağlı bir meseledir.

Akılcılığa gelince... Akılcılık, doğru fikirlerin sadece insan zihninde temellenebileceğini öne süren bir öğretidir. Dolayısıyla da idealisttir, materyalist değildir. Materyalist olmadığı için de toplumdaki sınıfsal eşitsizlikleri ve şiddet gerçekliğini göremez. Tarihteki bütün sınıflı toplumlarda farklı görüşler ortaya çıkmıştır ve bu görüşler, toplumdaki sınıf çelişkilerinin bir yansıması olarak kalmıştır. Bir tarafın görüşü toplumu eskimiş ve geri düzende tutmak amaçlı bir yapıya sahipken diğer taraf da toplumu ilerletmek amaçlı bir yapıya sahip olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla sınıf savaşımı fikirler alanında sürdüğü kadar şiddet alanında da sürmüştür. İşte akılcı dünya görüşünün ve bizim muhatabımız olan Ömer Alkan'ın göremediği de bu ikinci alandır.

Alkan'ın çarpıtıcı bir diğer önermesi de, burjuva sınıftan bireylerin proleterleri ''anlayamayacağına'' yönelik önermesidir. Oysaki Marksizmin kurucuları bizzat kendileri burjuvadır! Eğer Alkan'ın dediği gibi olsaydı, her şeyden önce Marksizm diye bir öğreti olmazdı herhalde...

Öncelikle şurdan başlayalım: Marksizmde ''anlama'' gibi bir kategori yoktur. Çünkü Marksizm, bir ''işçici'' dünya görüşü değildir. Marksizm bütünsel bir toplum görüşüdür. Marksizm, insan toplumunun ilerlemesine, gelişmesine odaklanır. Bunun olanağının da, toplumun gelişimini frenlemeye çalışanlar ile bu gelişimi sonuna kadar ileri götürmeye çalışanlar arasındaki ayrımın netleşmesidir. Sapla samanı ayırmak için burjuvazi-proletarya çelişkisinin gerçekliğini vurgulamak gerekir

Proletarya devrimci sınıftır, burjuvazi gerici sınıftır önermesi, bir genel önermedir. Bununla birlikte gerici sınıfın içindeki tekil bireyler, sınıf intiharlarını gerçekleştirerek işçi sınıfının yolunu tutabilir ve sömürü düzenine karşı savaşabilir. Bu da, tikel bir olgudur. Marksizm, hangi sınıf kökeninden olursa olsun her bir bireyin işçi sınıfının devrimci mücadelesine katılmasını destekler. Ancak Alkan'ın bahsetmiş olduğu feministler böyle bakmaz. Woke akımının bir birleşeni olan feministlerin rolü, sınıfı parçalara ayırmaktır ve bu, elbette burjuvazinin işine yaramaktadır. Aynısı, diğer kimlikçi akımlar için de geçerlidir. Onlar, kapitalist toplumdaki bireyleri sınıfına ve sınıfsal duruşuna bakmaksızın kimlikleriyle öne çıkarırlar ve bu, en çok işçilerin mücadelesinin etkisizleşmesini isteyen burjuvazinin işine yarmaktadır. İşçi sınıfı kadını da erkeği de, beyazı da siyahı da bünyesinde toplar; ama woke bu bünyeyi dağıtmak istemektedir. Woke kültüründe ''mağdurluk'' her zaman bir mühür olarak kalır. Woke'a göre ''madun özne'', her zaman mağdur ve ezilmiş olarak kalacaktır. Bunun karşısında ise onu ezen düşman her zaman var olacaktır. Marksizm ise woke'un yaptığı gibi ''sonsuz'' olarak karşıtlıktan bahsetmez. Marksizme göre uzlaşmaz karşıtlıklar geçicidir. Kapitalizmin iki karşıt sınıflarından birisi olarak proletarya, düşman sınıf burjuvazinin iktidarını sona erdirdikten ve bu sınıfı ortadan kaldırdıktan sonra işte o zaman Alkan'ın deyişiyle ''biz ve onlar'' ayrımı olmayacaktır. Bu nedenlerden dolayı Alkan'ın sınıfların öznelliği ile kimliklerin öznelliğini eşitlemesi, yüzeysel ve bir o kadar da manipülatif bir biçim okumasıdır.

Buraya kadar, sınıfsal temelleri ile amaçları, siyasal hedefleri ve düşünsel yöntemleri birbirine zıt olan woke ile Marksizmin farklı dünyaların akımları olduğunu anlatabildiğimi ve Alkan'ın çarpıtmalarını savuşturduğumu düşünüyorum. Woke ile esaslı bir düşünsel kavgayı yapabilecek olan öğreti, Marksist kuramdır. 


DİPNOTLAR

[1] Vivek Ramaswamy, Woke A.Ş., Çevirmenler: Caner C. Turan-Eray Karakoç, Fihrist Kitap, s.14, 1. Basım, Aralık 2022

[2] A.g.e., s.15

[3] A.g.e., s.15

[4] A.g.e., s.16

[5] Karl Marx-Friedrich Engels, Seçme Yazışmalar 1, Çeviren: Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, s.75 Birinci Baskı, Kasım 1995

[6] A.g.e., s.75


Yazar: Koray Saatçı

Koray Saatçı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji bölümü lisans öğrencisidir. 

İletişim Adresi: koraysaatci1999@gmail.com




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Marksizmin Aporia'sı: "Devlet" - Cengiz Baysoy

Aydınlanma ve Kadın Aklı - Emre Kahvecioğlu

Anlatıya Fırlatılmışlık - Efe Can Akdeniz

Kierkegaard Eserlerinde Varoluş İzleri - Sibel Güneş

Arda Denkel'in Felsefi Vizyonu - Stelios Virvidakis

Mantık Felsefenin Parçası mı, Aracı mı? - Hakan Yücefer

İstisna Hâli ve Marksist Devlet Kuramı - Koray Saatçı

İnsan Haklarının İki Yüzü/Yüzlülüğü: İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin İnsan Haklarının İhlalini Meşrulaştırma Aracı Olarak Kullanılması Üzerine - M. Yavuz İnan