Bir Felsefe Yazısı Nasıl Yazılır? - Alper Yavuz
Bu yazıda bir felsefe yazısı yazmak için nasıl bir hazırlık yapılmalı, yazarken nelere dikkat etmeli gibi soruları tartışacağız. Yöntemli bir yaklaşımın her etkinlikte olduğu gibi felsefe yazısı yazarken de verimliliği artırması beklenir. Burada böylesi bir yöntemin nasıl olabileceği üzerinde duracağız. Başlıkta ve içerikte sıklıkla “felsefe yazısı” vurgusu yapılsa da söylenenlerin çoğu genel olarak yazı yazarken dikkat edilmesi iyi olabilecek noktalar. Bu nedenle önerilen yöntem diğer türden yazılar için de küçük değişikliklerle de olsa kolaylıkla benimsenebilecek niteliktedir.
1. Yazma Etkinliği
Felsefe yazısı yazmanın gerekleri üzerine düşünmeden önce sorulabilecek genel bir soru neden yazdığımızdır. Buna verilebilecek ilk yanıt yazı yazarak düşüncelerimizi kalıcılaştırma ve başkalarına aktarmayı kolaylaştırma olabilir. Gerçekten de binlerce yıldır insanlar düşüncelerini çağdaşlarına ve sonraki kuşaklara yazarak aktarmışlardır. Ancak yazmanın işlevi yalnızca başkalarıyla ilişkimiz üzerinden anlaşılamaz. Yazmanın kendimize yönelik önemli yararları da vardır. Bunlardan biri düşünmeyi tetiklemesidir. Okumak her ne kadar yeni düşünceleri tanımak için temel etkinlikse de okurken zihnimiz çoğu zaman edilgindir. Söylenenleri öncelikle doğru bir biçimde anlamaya odaklanırız. Bu ise okunan yazarın deyim ve kavramlarını geçici de olsa benimseyip onun hangi düşünceleri dile getirdiğini kendi diliyle kavramayı gerektirir. Sonrasında yazarın söylediklerini yazılı (ya da sözlü) olarak kendi sözcüklerimizle dile getirip değerlendirmeye başladığımızda etkin olarak düşünme aşamasına geçeriz. Yazmanın bize ikinci yararı ise var olan düşünceleri açık kılmasıdır. Bir konuda belirli inançlarımız olabilir. Bunları sıklıkla dile getiriyor da olabiliriz ancak yine de akıl yürütmemizde boşluklar, açık olmayan noktalar bulunabilir. İşte bunları saptayabilmek için en uygun yol düşüncelerimizi yazıya dökmektir. Yazı konuşmaya göre kuralları daha sıkı bir etkinliktir. Konuşurken sözlerimiz sıklıkla yarım kalır, tam tümcelerden oluşmaz ancak yazıda bu türden yarım kalmışlık çok az görülür. Yazarken savunduğumuz düşünce ve ona yönelik gerekçelendirmemiz arasında boşluklar bulunması da konuşmaya oranla daha çok göze batar. Dolayısıyla düşüncelerimizi yazıya dökmek akıl yürütmemizde farkında olmadığımız eksikliklerin önümüzde belirebilmesine olanak tanır. Konuşma-yazma arasındaki bir fark da konuşurken karşımızdakinin tepkileri yoluyla sözlerimizin etkisini doğrudan deneyimleyebiliyorken yazı yazarken bunu yapamamamızdır. Bu nedenle yazımızı farklı birikimleri olan okurların verebileceği tepkileri öngörerek oluştururuz. Bu ise olabildiğince açık olmamızı gerektirir.
Peki, yazma becerisi nasıl edinilir? Başarılı yazarlara kulak verirsek onların bu konudaki en önemli önerilerinin düzenli olarak yazmak olduğunu görürüz (1). Düzenli yazmak hem verimliliği artırır hem de yazma sürecini kolaylaştırır. Bunu spor yapmaya benzetebiliriz. Spora bir hafta bile ara verseniz sonrasında spor yaptığınız ilk gün önceki durumunuza oranla hem daha fazla zorlanır hem de daha kısa sürede yorulursunuz. Benzer durumun yazma için de geçerli olduğu söylenebilir. Yazma etkinliğinden uzak kalınan her gün yeniden masa başına oturmak daha da zorlaşır. Oturulduğunda da üretilen yazının hem nicelik hem de nitelik olarak genellikle eskiyi arattığı gözlemlenir.
Kuşkusuz yazmak zor bir etkinliktir. İnsan zihninin zor etkinliklerden kaçma eğiliminde olduğunu söyleyebiliriz. Zorlanacağımız konulara yoğunlaşmakta güçlük çekeriz. Yazmaya çalışırken de zorlandığımız anlarda farkında olmadan başka şeyler düşünmeye başladığımızı gözlemleyebiliriz. Bu zorlanma anlarında sıklıkla yeterince okuma yapmadığımız bahanesine sığınarak yazmaktan kaçmaya çalışırız. Bu kitabı, şu makaleyi de okumalı, diyerek yazma aşamasına geçmekten uzaklaşırız. Kuşkusuz okumak ve yazmak bir bütündür. Yazmak için okumak gereklidir ancak okumak yazmaktan kaçışa dönüşmemelidir. Bunun için bir yöntem, yazmaya geçmeden önce okunacaklar için bir sınır belirlemek ve bu sınırı aşmamaktır. Okumalarımız sırasında karşımıza okumamız gereken yeni kaynaklar çıkarsa bunları yazımızın ilk taslağını tamamladıktan sonra incelenmek üzere bir kenara ayırabiliriz.
2. Ön Hazırlık
Asıl konumuz olan felsefe yazılarına dönersek bu kapsamda çok sayıda yazı türü olduğunu görürüz. Bu türler içinde genel olarak yazarının bir sav öne sürdüğü yazıları böyle olmayanlardan ayırt edebiliriz. İkinci kategorideki yazılar daha çok açıklayıcı niteliktedir. Örneğin bir felsefe öğretmeninin dersleri için hazırladığı notlar, ansiklopedi maddeleri, kitap incelemeleri ya da ders kitapları bu türdendir. Buralarda yazarın, kendisinden çok başkalarının görüşlerini tanıtıcı bir biçimde ele alması beklenir. Tanıtıcılık için temel ölçütün ise aslına uygunluk olduğu söylenebilir. Kuşkusuz yazar ele aldığı görüşleri kendi kurguladığı biçimde kendi diliyle aktarır, kimi zaman ele aldığı görüşün sorunlarına da işaret eder ancak bunları, okurlarının tartışılan görüşü aslına en uygun biçimde kavramasını gözeterek yapar.
Bir sav öne süren felsefe yazılarına baktığımızda ise örneğin bir üniversiteye verilmesi için hazırlanan bir tez, araştırma makalesi ya da araştırma kitabı gibi türleri görürüz. Bunlar boyutları ve biçimsel özellikleri bakımından farklılıklar gösterse de aslında benzer yapıdadırlar. Şimdi bu yapının kurulma aşamalarının neler olduğuna bakalım.
Bu türden bir felsefe çalışması için ilk gereklilik araştırılacak bir felsefe sorununun bulunmasıdır. Değişik türde sorunlar felsefe yazılarının konusu olabilirler. Örneğin belirli bir görüşü destekleyen yeni bir uslamlama aranabilir ya da karşı çıkılan görüşün iç tutarsızlığı gösterilebilir. Akılda araştırılacak bir sorun varsa, doğrudan yazının ana hatlarını çıkarma aşamasına geçebiliriz. Peki, akılda bir sorun yoksa ne yapılabilir? İlgi çekici bir felsefe sorunu nerede bulunabilir? Bu amaçla öncelikle hangi alanda çalışma yapmak istediğimize karar verip ansiklopedi maddesi (2) ya da rehber kitap türünde bir kaynaktan yararlanarak o alanda hangi sorunların tartışıldığını, o sorunlar konusundaki belli başlı görüşlerin neler olduğunu öğrenmeye çalışabiliriz. Sonrasında bu tartışmalardan ilgimizi çeken bir tanesini seçip o konuda farklı görüşleri savunan ve birbirlerini eleştiren felsefe yazılarına bakmak iyi olabilir. Örneğin konu doğruluksa doğruluğu uygunlukla açıklayan ve bağdaşımla açıklayan iki yazı beraberce okunup bunların birbirlerine yönelttikleri eleştiriler incelenebilir.
Araştırılacak bir sorun belirledikten sonra sorunun taraflarından birinin görüşünü geçici de olsa benimsemek genel olarak iyi bir yaklaşımdır. Böylelikle o görüşü destekleyen uslamlamalar bulmaya ve karşı görüşün eleştirilerine yanıt vermeye çalışarak konu üzerine ayrıntılı düşünme olanağı doğar. Bu türden bir yaklaşımla okuduğumuz yazılarda ne aradığımızı biliriz. Ne aradığını bilmeden, belirli bir soruya yanıt aramadan yapılan okumalar zaman kaybına neden olabilir. Bu nedenle kapsamlı araştırmaya girişmeden önce elimizde bir felsefe sorununun bulunduğundan ve bu sorunla ilgili görüşlerden birini (geçici de olsa) benimsediğimizden emin olmalıyız.
3. Ana Hatların Çıkarılması
Sırada yazının ana hatlarının çıkarılması var. Bir felsefe yazısı için belki de en önemli ve en zorlu aşama budur. Bu aşamada yazılanların son biçimi verilmiş tam tümceler olması gerekmez. “Şurada şunu söyle”, “burada bu örneği ver” türünden sıralanmış notlar genellikle yeterli olur.
Yazının planlamasını yaparken dikkat edilmesi gereken bir nokta yazacağımız yazının olabildiğince özlü olmasıdır. Bir başka deyişle, yalnızca yazıya doğrudan katkısı olan ve yeterince açıklanmış/temellendirilmiş düşüncelere yazıda yer verilmelidir. Bu konuda sıkça görülen bir yanlış tartışılan felsefe sorununun uzun bir tarihçesinin verilmeye çalışılmasıdır. Bir felsefe tarihi çalışması yapılmıyorsa bu türden bir tarihçe çoğu zaman gereksizdir. Bir fazlalık olmanın ötesinde okurların dikkatinin asıl tartışmak istediğimiz sorundan uzaklaşmasına neden olabilir. Ele almak istediğimiz soruna doğrudan giriş yapabiliyorsak böyle yapmak çoğu zaman en iyisidir. Özlü olmaktan uzaklaştıran bir başka yanlış da “geçerken” değinilen ancak iyi açıklanmadan bırakılan noktalardır. Örneğin bir dil felsefesi sorununu tartışırken aklımıza ilgili olabilecek bir sanat felsefesi sorunu gelebilir. Bu ek soruna “geçerken” değinmenin yazıya renk katabileceğini düşünebiliriz. Ancak bu türden bir değini ister istemez yüzeysel ve eksik kalacak, bu eksiklik de okurlarımızı rahatsız edecektir. Felsefe yazılarında iyi açıklanmamış/temellendirilmemiş düşünceler hoş karşılanmazlar. Bu yüzden yeterli düzeyde tartışamayacağımızı düşündüğümüz bir konuya yazıda hiç değinmemek en iyisidir. Yazımızın özlü olmasının pratik yararları da vardır: Bir yazı ne kadar özlüyse o yazının başkalarınca okunma ve değerlendirilme olasılığı o kadar yükselir. Akademik dergiler de kısa yazıları yeğlerler. Birçok dergi belirli bir uzunluğun üzerindeki yazıları basmayacaklarını bir kural olarak belirtir.
Yazının bölümlenmesine gelirsek genel olarak giriş, tartışma ve sonuç olmak üzere üç aşamadan söz edebiliriz. Giriş bölümünde yazıda hangi sorunun tartışılacağı ve yazarın neyi savunacağı açıkça belirtilmeli. Yazıyı eline alan bir kişi bu yazı neden ilginç sorusuna daha ilk sayfalardan yanıt bulabilmeli (3). Sonrasında yazı için gerekli arka plan bilgilerine değinilebilir ancak yukarıda söylendiği gibi bu konuda özlü olmak ve verilen bilgilerin yazıya gerçekten katkısı olup olmadığını göz önünde bulundurmak gerekir. Giriş bölümünde yazının sınırları da çizilmelidir. Yazıda neyin ele alınıp neyin ele alınmayacağı vurgulanmalıdır. Bunun yanı sıra yazının genel varsayımlarının neler olduğu da açıklanmalıdır. Örneğin doğruluk konusunda uygunluk kuramı varsayılıyorsa bu belirtilmelidir. Yazıda savunulacak düşünce belirli bir varsayıma dayanmamakla birlikte bu varsayım tartışmanın yürütülebilmesi için gerekliyse, bunu da belirtmek iyi olur. Örneğin öne sürülen sav farklı doğruluk kuramlarıyla uyumlu ancak yine de savın ortaya konulabilmesi için herhangi bir doğruluk kuramının baştan varsayılması gerekliyse bir seçim yapıp seçilen kuramın yazıda savunulan düşünce için özsel olmadığı, başka bir seçimin de yapılabileceği belirtilebilir.
Tartışma bölümü yazının savlarının ayrıntılandırıldığı bölümdür. Burada uslamlamalara dayalı bir yapı olmalıdır. Uslamlama en genel olarak bir sav ve onu desteklemek amacıyla sunulan düşüncelerden oluşan akıl yürütme biçimidir. Bir sav öne süren felsefe yazılarında yazarın okurlarını savına inandırmak için destekleyici düşünceler sunması gerekir. Öncelikle bunların doğruluğuna neden inanmamız gerektiği açıklanmalıdır. Sonrasında ise bu destekleyici düşüncelerden öne sürülen savın nasıl çıktığı gösterilmelidir.
Tartışma her zaman yazarın kendi ürettiği bir uslamlama üzerine olmak zorunda değil. Kimi zaman bir başka felsefecinin uslamlamaları da ele alınabilir. Bunlarda görülen sorunlar dile getirilebilir. Böylesi bir tartışmada sık görülen bir yaklaşım tartışılan uslamlamlamanın dayandığı bir genellemenin yanlışlığını göstermektir. Bunun için karşı örnekler üretilebilir. Karşı örneklerin gücünü görebileceğimiz bir yazı Edmund Gettier’in “Gerekçelendirilmiş Doğru İnanç Bilgi midir?” adlı yazısıdır. Bu yazıda Gettier, Platon’a kadar geri götürülebilecek klasik bilgi tanımına karşı çıkar. Bu tanıma göre bilgi gerekçelendirilmiş doğru inançtır. Gettier üç sayfalık yazısında tanımdaki koşulları sağlayan ancak bilgi örneği diyemeyeceğimiz durumların bulunduğunu iki karşı örnek ile gösterir. Böylelikle klasik tanımın bilginin yeterli koşullarını vermekten uzak olduğunu göstermiş olur (Gettier 1999; Gettier 1963). Bu kısa yazı bilgi felsefesinde o kadar etkili olur ki sonrasında bilginin klasik tanımını eski anlaşıldığı biçimde savunmak neredeyse olanaksızlaşır.
En sonda yer alacak sonuç bölümünde ise yazının genel bir değerlendirmesi ve varılan sonuçların vurgulanması iyi olacaktır. Bu bölümde yazıda önceden sözü edilmeyen yeni bir tartışmaya girmek ya da ek bir uslamlama vermek beklenmez. Sonuç bölümünde yazarların yazıdaki tartışmayla bağlantılı olarak ileride ele alınabilecek başka tartışmaları andığı da görülür.
4. İlk Taslağın Yazılması
Elimizde bir felsefi sorun var ve yazının ana hatları buna uygun olarak çıkarıldıysa, sırada ilk taslağı yazma aşaması vardır. Ancak öncesinde yazının içeriğini zenginleştirmek için kimi okumalar yapmak iyi olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta okuma listesini çok uzun tutmamaktır. Bir felsefe yazısı yazmak için ilgili bütün yazını okumak gerekmez. Gereğinden fazla okuma yapmak çoğu durumda hem zaman kaybına neden olur hem de yazarın kendi özgün düşüncesini bulmasını engeller. Yukarıda da söylendiği gibi burada bir yöntem, okumaları en baştan sınırlandırmak olabilir. Örneğin yazımızın ilk taslağının bir ay içinde elimizde olmasını istiyorsak okumalar için iki hafta süre ayırabiliriz. Bu süre içinde okuyup inceleyebileceğimiz toplam sayfa sayısını aşağı yukarı kestirebiliyor olmalıyız. Dolayısıyla ilgili yazındaki en öncelikli, en temel çalışmalardan başlayarak bu süreye uygun bir ilk okumalar listesi yapabiliriz. Kuşkusuz elimizdeki bir kaynağı okurken burada başka kaynaklara gönderim yapılacağı için okumamız gereken ek yazı ve kitaplar olduğunun farkına varırız. Bu durumda bunları incelemeyi yazının ilk taslağını çıkardıktan sonraki bir aşamaya bırakmak yararlı olur.
Artık yazının ilk taslağını yazabiliriz. Burada biçimsel özelliklere dikkat etmek gerekir. Bu aşamada belki de en önemli özellik açıklıktır. Anlatımımızın açık olması için anlamca belirsizlikten ve çok anlamlılıktan uzak durmalıyız. Ne anlama geldiği yeterince belirli olmayan sözler düşüncelerimizin anlaşılmasına engel olabilir. Amaçladığımız dışında başka anlamlar taşıyan ya da başka çıkarımlara izin veren sözler de yanlış anlaşılmamıza neden olabilir. Yazılacak yazı belirli bir uzmanlık yazısı olsa bile olabildiğince geniş bir okur kitlesinin anlayabileceği basitliğe ulaşmayı hedeflemeli ve kullandığımız kavramları, başvurduğumuz kuramları açıklıkla dile getirmeliyiz. Özen gösterilmesi gereken bir başka nokta uzun alıntılardan kaçınmak olmalıdır. Bir başka yazarı doğrudan alıntılamak yerine onun görüşlerini kendi sözcüklerimizle (ama çarpıtmadan) açıklamaya çalışmak daha iyi bir yaklaşımdır. Böylelikle okurlar o alıntıdan ne anladığımızı, orada neyi önemli bulduğumuzu daha kolay görebilirler.
İster doğrudan alıntılansın isterse başka sözcüklerle aktarılsın başkasından alınan her düşünce için kaynak göstermek gerekir. Akademik yazılarda türlü kaynak gösterme biçimleri vardır. Yazdığımız yazının yayımlanması için belirli bir biçim gerekli kılınmadıysa herhangi bir kaynak gösterme biçimi benimsenebilir. Sonrasında bu benimsenen biçimin tutarlı olarak yazının sonuna kadar uygulanması gerekir.
Felsefe yazılarında sıkça görülen bir sorun eleştirilen bir düşünceyi kimin nerede savunduğunun açıkça belirtilmemesidir. Bu durumda okurlar ister istemez söz konusu düşücenin arkasında gerçek bir kişi olup olmadığı konusunda kuşkuya düşerler. Daha önce hiç kimsenin savunmadığı bir görüşe karşı çıkmak eleştirimizin değerinin sorgulanmasına neden olabilir. Bunun yerine ilgili yazında etkili olmuş felsefecilerin yazılarındaki bir sorunu tartışmak okurlar için daha doyurucu olacaktır.
Felsefe yazılarının önemli bir öğesi de dipnotlardır. Dipnotlar yazının akışını bozacak açıklamalar ya da ek bilgiler içindir. Örneğin yabancı dildeki bir deyim için yazıda kullanılan Türkçe karşılık yerine başka yazarlar başka karşılıklar kullanıyorsa bunları dipnotta belirtmek iyi olur.
Savların nasıl dile getirildiği de felsefe yazıları için dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Bir savın nasıl dile getirildiği onun nasıl gerekçelendirileceğini de belirler. Örneğin şu üç savın gerekçelendirilmesi farklı olur:
• A d düşüncesini savunur.
• A d düşüncesini savunabilir.
• A d düşüncesini savunmalıdır.
Bunlardan ilki A yazarının belirli bir d düşüncesini savunduğunu öne sürer. Burada A’nın bu düşünceyi nerede savunduğu kaynak verilerek gösterilmelidir. İkinci sav ise A’nın d’yi açıkça savunmadığı ancak bu düşüncenin onun görüşüyle uyumlu olduğunu ya da A’nın d’yi savunmasının makul olduğunu öne sürer. Bu savın gerekçelendirilmesi için d düşüncesinin A’nın söyledikleriyle ilişkisi gösterilmelidir. Son sav ise d düşüncesinin A’nın söylediklerinin sonucu olarak görülmesi gerektiğini dolayısıyla A’nın bu düşünceyi kabul etmemezlik yapamayacağını öne sürer. Burada da bu sonuca nasıl varıldığı gerekçelendirilmelidir.
Sözcük seçimlerine özen göstermek diğer türde yazılar için olduğu gibi felsefe yazıları için de büyük önem taşır. Yazarken anlamından emin olmadığımız sözcükler için sözlüğe başvurmak iyi olur. Konuşma dilinde tanıdık gelen kimi yanlış kullanımlar yazarken bizi yanıltabiliyor. Bu nedenle anlamın yanı sıra örnek tümcelerle kullanım bağlamlarını da belirten kapsamlı sözlüklerden yararlanmak iyi olur. Kimi yazılarda görülebilen bir sorun aynı kavram için eş anlamlı farklı sözcükleri kullanmaktır. Örneğin “kuram” ve “teori” sözcükleri Türkçede aynı anlama gelmektedir. Yazı içinde tutarlı bir biçimde bunlardan birini kullanmak iyi olacaktır. Farklı sözcükleri kullanmak yazıyı tekdüzelikten kurtarıp renklendiriyor gibi görünebilir ancak okurların kafasının karışması gibi istenmeyen bir durumun ortaya çıkmasına da neden olabilir. Aynı kavram için kullanılan her yeni sözcük okurun kafasında acaba bununla başka bir şey mi anlatılmak isteniyor sorusunu uyandırarak yazarın istemediği çıkarımlara kapı açabilir.
5. Sonraki Taslakların Hazırlanması
İlk taslağın yazımı tamamlandığında sırada bunun değerlendirilmesi aşaması vardır. Bunun için en etkili yöntem başkalarından görüş almaktır. Zaten aklımızdaki düşünceleri yazıya geçirdiğimiz için zihnimiz yazıda açıkça yer almayan birçok şeyi tamamlayıp yazının bize açık görünmesine neden olabilir. Bir başkası yazıyı okurken böylesi tamamlamalar olmayacağı için yazıdaki eksik kalan noktalar görünür olur. Tam da bu nedenle ilk taslağın başkalarının değerlendirilmesine sunulması büyük önem taşır. Yazıya “başka bir gözle” bakmanın bir diğer yolu da bir süre ara verip sonra yeniden okumaktır. Arada geçen süre kendi yazımızı daha nesnel bir bakışla değerlendirebilmemize yardımcı olur.
Yukarıda yazının ilk taslağı için okumalar yaparken bir sınır belirlemenin ve okumalar sırasında karşımıza çıkabilecek ek kaynakları sonraya bırakmanın iyi olacağını söylemiştik. İşte bu ek kaynaklar ilk taslağı tamamladığımız bu aşamada incelenebilirler. Burada yine bir sınır belirlemek ve okumaları uzun zamana yaymamak iyi olur. Yazının ilk taslağı oluşmuş olduğu için bu aşamadaki okumalarda yalnızca yazıya doğrudan etkisi olabilecek noktalar dikkate alınıp yazının yeniden planlanmasını gerektirecek eklemeler olabildiğince dışarıda bırakılmalıdır. Bunun yanı sıra yazıda geçen düşüncelerle bağlantılı noktalara rastlanırsa dipnotlarla bunları belirterek tartışmanın ilgili yazınla bağları gösterilebilir.
Artık yazının ikinci taslağının hazırlanması aşamasına geçilebilir. İlk taslağa gelen yorumlar ve ek okumalarımız sırasında aldığımız notlarla yazımızı geliştirmeliyiz. Kimi zaman yazımıza gelen bir yoruma katılmayabiliriz. Okuyanların açık bulmadıkları bir nokta bize açık gelebilir. Bu tür durumlarda iyi bir yaklaşım yine de gelen yorumu dikkate alıp ilgili bölümü daha açık nasıl dile getirebileceğimiz üzerine çalışmaktır. Bir kişinin bile bir noktayı anlamaması ya da yanlış anlamasını o noktanın yanlış anlaşılabileceğinin bir göstergesi kabul edip bu durumu düzeltmenin yollarını aramalıyız.
İkinci taslak hazır olduğunda duruma göre önceki aşamalar yinelenebilir. Örneğin ilk taslak üzerinde önemli değişiklikler yapıldıysa yazı, okunup yorumlanması için yine başkalarına gönderilebilir. Varsa kimi yeni ek okumalar yapılabilir. Sonrasında bir üçüncü taslak hazırlanabilir. Daha sonra başka taslaklara da gerek duyulabilir. Her yeni taslakla birlikte yazı ile ilgili gelen düzeltme önerilerinin ve yeni okumalar sonucu yapılması gerektiği ortaya çıkan eklemelerin azalması beklenir. Kuşkusuz hiçbir yazı kusursuz ya da eksiksiz değildir. Ne kadar geliştirilirse geliştirilsin düzeltilebilecek ya da eklenebilecek noktalar kalacaktır. Ancak yazar çalışmasının yayımlanma olgunluğuna ulaştığını düşünüyorsa daha fazla bekletmenin de anlamı olmaz. Yazının gönderileceği yer bir dergi, bir yayınevi ya da bir üniversite birimi olabilir. Son olarak yapılması gereken bu gönderilecek yerin biçim ve atıf ile ilgili koşullarını öğrenip yazıyı buna göre biçimlendirmek ve ilgili yere göndermektir.
Notlar
Yazıyla ilgili düzeltme önerileri için Erim Bakkal, Eylem Hacımuratoğlu ve İpek Mine Sonakın’a teşekkür ederim.
(1) Çok sayıda yazarın yaşam öykülerini inceleyerek onların çalışma düzenlerini araştıran Mason Currey’nin aktardığına göre yazarların büyük çoğunluğu her gün yazıyorlar ve bunu yazar olmak isteyenlere de öneriyorlar (Currey 2013).
(2) Ansiklopedik bilgi araştırmasına Internet üzerinden herkesin erişimine açık çok sayıda ayrıntılı makale sunan Stanford Felsefe Ansiklopedisi (https://plato.stanford.edu) ve Internet Felsefe Ansiklopedisi (https://iep.utm.edu) ile başlanabilir.
(3) Yazının bölümlerinden biri olarak sayılamasa da diğer akademik yazılarda olduğu gibi felsefe yazılarında da başta genellikle bir özet bulunur. Bu özet yazının en çarpıcı noktalarını olabildiğince kısa bir biçimde içermelidir. Özeti okuyan kişi yazının amacının ne olduğunu ve bu amacın nasıl gerçekleştirilmek istendiğini görebilmelidir.
Kaynakça
Currey, Mason (2013). Daily Rituals: How Artists Work. New York: Alfred A. Knopf.
Gettier, Edmund (1999). “Gerekçelendirilmiş Doğru İnanç Bilgi midir?” Çev.
Sedat Yazıcı. İçinde: Felsefe Tartışmaları 24, ss. 141–143.
Gettier, Edmund L. (1963). “Is Justified True Belief Knowledge?” İçinde: Analysis 23.6, ss. 121–123.
Yazar: Dr. Öğr. Üyesi Alper Yavuz
Alper Yavuz Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi’dir.
İletişim Adresi: alper.yavuz@msgsu.edu.tr
Yorumlar
Yorum Gönder